Derin Yalnızlık
İnsan hayatında en çok buradan yara alır ve yaralanır…
Onulmaz hataları da burada yapar, en derin pişmanlıklarını da yine burada yaşar.
Hele ki çaresizliğini ihtirasına eklemlemiş ise yaşadıklarının kat be katını başkalarına da yaşatır.
Zaman zaman çaresizliğini başka çareleri yok sayarak gidermeye kalkarsa da önünde sonunda biçare olur kalır.
Oysa, her çaresizlik bir çarenin komşusudur.
Sadece görülebilmeyi bekler.
Bazımız için çare mezarlıktan taş atmaktır, bazımız için ortak akıl.
Bazımız çareyi eğip bükmekte aramaktayken, bazımız sevgiyi saygıyı, aklı ve bilimi öncelemekte görür her neyin içerisindeyse oradan çıkışı.
Son derece ağır bir süreç geçiriyoruz.
Salgınından, depreminden ,tarumar olmuş ekonomisine, siyasetinden dış politikasına akla gelebilecek her konuda milletçe ağır bir yük altındayız.
Her sorun, bir diğerinin ya türevi ya da tetikleyicisi.
Ve çok zor olsa da hayatımızı daraltan bu sıkıntıların sonucunda çıkış yolunu bulmak yine bize kalıyor.
Hani ‘Ya çaresizsinizdir ya da çare sizsinizdir’ diye bir deyim var ya;
İşte aynen o durumdayız.
Şöyle bir bakıyorum da, herkes tek başına bir şeylere çareler bulma telaşında.
Kimimiz sürekli eriyen parası tamamen yok olmasın diye önlemler almaya çalışıyor, kimimiz çocuğu eğitimden geri kalmasın diye hayat şeklini değiştiriyor, kimimiz ürettiği heba olmasın diye heba oluyor, kimimiz sağlığının peşine düşüp hastane doktor koşturuyor, kimimiz batmış dükkanını, firmasını nasıl yaşatırımın derdinde kredi bulmaya çalışıyor, kimimiz kira teröründe kim vurduya gitmiş, kimimiz elindeki paranın hangi emeğine denk geldiğine takılmış, kimimiz (yok hepimiz) çarşı pazarda çıkmaz sokağa girmiş, kimimiz asgari ücretinin kaç simite karşılık geldiğinin hesabında, tamamımıza yakınımız da enflasyona yem olmama çabasında…
Ve istisnasız hepimiz yaşamak için kendi kendimize çareler üretmek zorundayız…
Bulduğumuz her çare de bir başka çaresizliğimizin kurbanı oluyor.
Galiba çaresizliğin en doğal nedeni yalnızlık duygusu.
Sanki her birimiz dertlerimizle yapayalnız mücadele ediyoruz.
Yoksa neden aralarından biri ikisi eksilmesin ki?
Biraz derinine inince rahatça görülüyor ki, ulusça dertlerimize çare ararken yaşadığımız ne varsa onunla teke tek mücadele etmemiz gerekiyor.
Uygulamadaki sosyal, siyasal ve ekonomik politikaların bu kadar çok derdi olan bir millete verecekleri pek fazla bir şeyleri olmadığı da aşikar.
İnsanın sıkıntısını giderebilmek ya da en azından kontrolü altına alabilmek için verdiği çare üretme kavgası elbette takdire şayandır da, çarenin çare olabilmesi için de başkalarının da onun bir kulpundan tutmaları gerekir.
Aksi halde tıpkı şimdi olduğu gibi, çare akıntıya kürek çekmekle eşdeğer olur ki biçare hallerimizle hallenmeye devam ederiz.
Ne güzel sözdür;
”Aklın olduğu her yerde bir çare vardır” der.
Ben de haddim olmayarak ekleyeyim;
”Ortak aklın olduğu yerde mucizevi çareler vardır.”
”Çaresizlik çare aratır” diye başka bir söz de var ama,
Arattığı ile buldurduğu çare gerçekten o derdin çaresi midir?
İşte o kuşkulu…
Uzun süredir oturup ciddi ciddi düşünüyordum; insanımızın dertler karşısındaki o biçare, o meşum yalnızlığına ne isim verilir diye.
Galiba da buldum.
Onu da başımın üzerine değilse de
Yazının başlığına koydum…