Umutlarımızın yeşili küle dönerken…
Selam tüm okuyuculara, selam olsun ülkemin bir çiçeğine zarar gelmesin diye çabalarken, binlerce ağacın, ormanın, canın yok olmasının acısını yaşamak zorunda kalan hüzünlü yüreklere…
***
Öncelikle atamızın çoğumuzun bildiği ‘Yürüyen Köşk’ anısıyla başlamak istiyorum.
Atatürk’ün Bursa seyahatlerinin birinde başlar bu güzel, yaşanmış hikaye… Konvoyu, Yalova dolaylarından geçerken büyük bir çınar ağacı görür ve “Şuraya küçük bir köşk yapsak ne güzel olur.” diyerek çevresindekilerle içinden geçeni paylaşır. Bir zaman sonra Atatürk’ün belirttiği yerde köşk inşasına başlanır. İnşaat alanında kendisi de bizzat bulunur. İnşaat ilerledikçe çınar ağacının bir dalının ilerlemeyi engelleyeceği, bu yüzden de kesilmesi gerektiği Atatürk’e iletilir. Tabii ki bu Atatürk’ü kızdırır. Çünkü, köşkün orada yapılmasını istemesinin asıl nedeni çınar ağacının heybetli duruşudur. Ve o meşhur kararını verir. Ağacı kesmek yerine, köşkü temelinden beş metre kadar kaydırarak çınarın zarar görmesini engeller.
Bir başka anısını ise bahçe mimarı Mevlüt Baysal şöyle anlatıyor:
“Atatürk’ün Çankaya Köşkü’ndeki bahçesini yapıyordum.
Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk.
Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk’ün geçeceği yolu kapadığını gördük.
Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu.
Ata, havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti.
Derhal atıldım: ‘Emrederseniz derhal keselim Paşam.’
Bir an yüzüme baktı, sonra:
‘Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!’ dedi. …ve ebedi liderlik, başkomutan olmak bu olsa gerek… vatanın bir tek ağacına varıncaya kadar düşünebilmek koruyabilmek…”
Evet belki de biz de atamızın bahçe mimarına söylediği gibi yetiştirmediğimizden, belki biz de her şeye hazır konduğumuzdan, belki bu verimli cennet toprakların bize cömertçe sunduğu bu doğayı hoyratça kullandığımızdan, belki birileri kinlerini kusmak için, belki de daha öncesinden yabancı olmadığımız; doymak bilmeyen rantçıların kanlı elleriydi doğanın sorumsuzca katline sebep… ama kurban yine ormanlarımız ve içindeki milyonlarca canlıyla beraber… ağaçların hâla ayakta közleşmiş halleri üzücü olmasının yanında ibret vericiydi. ‘Bizi öldürdünüz’ der gibiydi vicdan sahipleri için… Ve tıpkı öncekiler gibi bir işletmenin duvarına harç olacaktı belki de külleri…
Yangın, Antalya’nın Manavgat ilçesinde ilk olarak 28 Temmuz 2021 tarihinde öğlen saatlerinde dört noktada başladı ve maalesef tarih 3 Ağustos’a geldiğinde yangın 38 ilde154 ormanı pençesine almıştı bile. Havadan müdahalenin kısıtlı imkanlarla yapılması ise yangının kontrol altına alınamamasına en büyük etkenlerden birisiyken daha vahimi ormanların çokça olduğu ülkemizde neden bu önlemler önceden alınmamıştı. Kaldı ki başta hava müdahale uçakları olmak üzere diğer yangın araç ve gereçlerinin her an hazır durumda olmaları gerekmez miydi?
Halbuki 2002 yılında acilen rafa kaldırılan ne güzel projelerimiz vardı:
Mesela, “Orman yangını söndürme uçağı projemiz” vardı;
Şimdi TUSAŞ diye bildiğimiz TAİ 1999 yılında bir yangın söndürme uçağı modifikasyonu yapmıştı.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emekliye ayırdığı 10 deniz karakol uçağı TAİ tarafından modifiye edilerek yangın söndürme uçağına çevrilecekti.
Gerekli finansman ise TEMA’nın öncülüğünde sağlanacaktı.
Proje yürümeye başlamış, ilk uçağın modifikasyonu yapılmış, uçak 1999 yazında Antalya’daki orman yangınlarına başarı ile müdahale edip, yangınları söndürmeye yardımcı olmuş, 1999 depreminde TÜPRAŞ Rafinerisi’nde çıkan yangını da söndürmeyi başarmıştı. Ve bu uçağa ABD talip olmuş, satış anlaşması bile yapılmıştı.
Toplamda ilk etapta 9 olmak üzere 15 yangın söndürme uçağı yerli ve milli imkanlarla yapılacaktı. Keşke bu projeler siyasi hırslara kurban gitmeseydi veya daha iyi şeyler yapılmaya çalışılsaydı ve belki şu an biz, “şu ülke uçak gönderecekti vaz geçti, diğerine açtık o da bana lazım dedi ama neyse ki şu şu ülkeler gönderdiler sağolsunlar” gibi aciz söylemlerde bulunma gereği duymayacaktık. Hatta ilk yangın başladığında söndürebilecektik.
Yanlış anlaşılmasın!
Felaket durumunda tabi ki ülkeler arasında yardımlaşma olağan ve insani bir durumdur. Fakat buradaki mesele; ormanların çok olduğu bir ülkede bu hazineyi korumak için her an teyakkuzda olmak gerekirken, bizim ilk andan itibaren yetersizliğimizle yüzleşmemizdir. Hatta bunun için bırakın bizleri, yanan 157 bin hektar alanda, hayatını kaybeden vatandaşlarımızdan, yaralılardan, evi yananlardan, her yeri kanayan topraktan, yeşilinden, kara duman tüten ormanlardan, koyundan kuzudan, kuştan kurttan ve hatta börtü böcekten af dilenmek yüzleşmek gerekmez mi? ‘Koruyamadık sizleri’ diye…
Kaldı ki biz hiç değilse bunları beklerken; 7334 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nda değişiklik yapan yasa, tam da orman yangınlarının başladığı 28 Temmuz 2021’de Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kanunun 1’inci maddesi “d” fıkrasına göre “Kültür ve Turizm gelişme bölgeleri dışında kalsa bile” orman arazileri “kamu yararı” kapsamına alınarak turizm yatırımcılarına açılabilecek. Yangınlardan 10 gün önce orman arazileri ‘kamu yararı’ kapsamında yapılaşmaya açılsa da, yangınların başladığı gün yasanın onaylanması ise yanan yüreğimizi dumura uğrattı.
Evet an itibariyle İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, 10 gün içinde 208’e yükselen orman yangınından 196’sının kontrol altına alındığı, 12’sinin devam ettiği bildirildi. Aydın’da 1, Muğla’da 7, Denizli’de 1, Isparta’da 1 ve Antalya’da 2 yangını söndürme çalışmaları sürüyor.
Yani, maalesef ki hâlâ yanıyor, hâlâ devam ediyor ve hâlâ canlar ölüyor ve canımız hâlâ çok acıyor…
Büyük bir ihtimalle ölmüştük
Şehir kan kıyametti ayaklarımızda
Gökyüzünü katlayıp bir köşeye koymuştuk
Yıldızlar kaldırımlara dökülmüştü bütün
Hamza bütün parmaklarını ortaya dökmüştü
Yirmi yıldır cebinde biriktirdiği parmaklarını
Hamza son şarkıyı kırka bölmüştü
Doğrusu iyi idare etmiştik
Doğrusu iyi haltetmiştik
Yaşayanlar unutmuştu bizi
Biz öldüğümüzle kalmıştık.
(Cemal Süreya)