Hollanda Kraliçesi ve AKP Milletvekili
Malatya’da 1980’lerin ortasıydı. Basında yer alan küçük bir haber önemli ölçüde dikkatimi çekmişti. Bir süre sonra arada bir buluştuğumuz arkadaşlarıma bir gün uğradığımda, Türkçeyi belki de bizden iyi konuşan bir de Norveçli bulmuştum karşımda. Konuyu döndürüp dolaştırıp; bir Kuzey Avrupalı için sıradan, bütün duyarsız Türkler için belki de önemsiz olan ancak her nedense benim çok önemsediğim o habere getirmiştim. Bir kültür adamı ve hikayenin de anlatıcısı olacak Norveçlinin Donkişot’taki kahramanlar gibi olayın yaşandığı sırada Hollanda’da, o gün de Malatya’da bulunmuş olması, Cervantes kadar benim de arayıp da bulamayacağım isabetteki bir tesadüftü.
“Genç kadının taç giyişinin ilk yıllarıydı” diyerek başladı anlatmaya. “Bir gün, halkından uzak kalmanın dayattığı sıkıntıdan olsa gerek tebdili kıyafet eyleyip, sıradan bir Hollandalı gibi arabasına atlayarak kentin trafiğine karıştı. Trafik polisinin yönettiği bir kavşakta durması gereken çizgiyi yarım metre kadar geçmişti ki çok yakınındaki polis, eliyle beklemesi gereken çizgiye geri gitmesini işaret etti, kibarca. Kadın, polisin emrini yerine getirdi ve özür diledi polisten, daha nitelikli bir kibarlıkla. Ardından şöyle dedi polise, pencerenin camını indirdikten sonra; “Galiba beni tanımadınız?” Polis; “Majestelerinin yasalarını uygulamaktan büyük keyif ve onur duyarım” dedi.”
“Peki, sonra ne oldu?” diye sordum.
“Hollanda Kraliçesi Beatrix trafik kurallarına uymamaktan para cezası yedi, polis memuru da yasaları herkese karşı eşit uygulamakla sergilediği örnek davranışından ötürü, “Majesteleri ne der caba?” düşüncesini aklına dahi getirmeyen emniyet kurumundan teşekkür belgesi aldı.”
Hollanda’nın o gün kraliçesi vardı, bugün kralı var ve yasalar kraliçe veya kral adına uygulanır. Onlar da kendi adına uygulanan yasalara uyar ve hiçbir zaman “Ben kraliçeyim, ben kralım, devlet benim ve her istediğimi yaparım” demez. Çünkü orada demokrasi ve devlet aklı var. Ondan olsa gerek, dünyada, hukukun uluslar arası boyutlarda arandığı “Lahey Adalet Divanı” oradadır; Sn Cumhurbaşkanımızın “Aynı dindeniz” deyip Türk milletinin parasını akıttığı İhvan’ın hâkimiyetindeki Somali’de ya da Taliban’ın hâkimiyetindeki Afganistan’da değil!
Bizde ise devleti yönetmek üzere halkın oyuyla hükümet olan AKP, yandaşlarıyla birlikte halktan topladığı vergileri nereye harcadığı konusunda halka hesap veremediği gibi devleti de yönetemez hale gelmiş bulunmaktadır. Hal böyle iken kendisini iktidar yapan demokrasiyi ortadan kaldırıp, saldığı korku ile artık hükümet değil devlet olduğu iddiasında. Dolayısıyla çağcıl ülkelerin kralları, kraliçeleri dahi devlet aklının ve millet iradesinin emrinde iken, bizim AKP mensubu milletvekilleri bile devlet aklının ve millet iradesinin üstüne çıkmakla kalmıyor, üstünde tepinip duruyorlar.
Daha vahimi, AKP’den önce yasalar bağımsız yargı tarafından ve millet adına uygulanırken, şimdi savcı kim, hakim kim, bürokrat kim görev ve salahiyetler birbirine karışmış durumda. AKP’nin atadığı bürokratlar da yargısız infaz yapabilir hale geldi. Yargı mensuplarının ise herhangi bir konuda karar verirken “AKP’li muktedirlerin ya da AKP Genel Başkanının kararla ilgili olası fikrinin ne olabileceği” otokontrolünü yapmadan karar veremedikleri anlaşılıyor.
Bunun çok açık ve henüz dumanı üzerinde tüten örneğini Mersin’de yaşadık: AKP’li kadın milletvekili, görevini yapan trafik polislerini aşağıladı ve hakaret namına demediğini bırakmadı. Bununla da yetinmeyip güya devlet adına hizmet veren emrindeki vali ile emniyet müdürü marifetiyle o polisleri cezalandırdı.
Bu milletvekilinin kendi seçim bölgesi Mersin’le ilgili yaptığı bir açıklama var ki dünyadaki ahlaki değerlerin tümünü ayaklar altına alan bir söylem; “Akdeniz’i bağırta bağırta aldık, Büyükşehri de kanırta kanırta alacağız” demesi!
Gel de Malatya’ya gitme!
Malatya’da Ziraat Lisesini yatılı okurken, arkadaşlarımızla memleketlerimize gidiş dönüşlerimizde otogara yakın bir ara sokakta daha çok Çingenelerin ve horoz dövüşçülerinin müdavimi oldukları bir gececi kahvehanesine konuk olurduk, mecburiyetten. Sayın milletvekilinin “Bağırta-bağırta, kanırta-kanırta” sözlerini, hayatımda ilk defa o kahvehanede birbirlerini yenme arzusuyla ve her seferinde elindeki kâğıdı yumruğuyla masaya indirerek iskambil oynayan eve gitmeyi unutmuş muhterem erkeklerden duymuştum.
Aynı yıllarda, yine hayatımda ilk defa Malatyaspor’un kendi sahasında konuk ettiği rakibiyle oynadığı bir futbol maçını saha kenarında izlerken, bu kez seyircilerin “Haka Dansı” yaparcasına kollarını bacaklarını ileri uzatarak yan hakemin sülalesine okumalarından duymuştum, milletvekilinin o mübarek sözlerini. Gerçi birincisine karşı bende oluşan nefret beni hayatım boyunca kahve kültürüne, ikincisi de futbola Fransız bıraktı ama olsun, zararı yok!
Zarar, ülkemizi bütün pervasızlığıyla gırtlağına kadar yutmuş bulunan ahlaksızlıkta! Öyle ki insanı insanlığından utandıran bir ahlaksızlık.
Demek ki Türkiye’deki katran karasına dönen yaşamı, vicdanını o kadar kanatmış ki: “Biliyor musun, Hollanda’daki köpek hastanesini gördükten sonra dedim ki kendi kendime; Türkiye’de insan olmak yerine keşke Hollanda’da köpek olsaydım” demişti o kişi.
Bitirmek üzere olduğumuz Ağustos ayı, Türk milletinin zafer ayıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun tarihinde hiç kimseye kul köle olmamış, minnet etmemiş, gösterdiği azimle ve hakkıyla erdemli bir millet olmuş Türk toplumunun bugün içine düşürüldüğü zebun durum asla kabul edilemez ve onun kaderi de değildir.
Nasıl ki ağacın kurdu kendindeyse Türk halkını günbegün erdemli değerlerinden koparıp çürüten de AKP iktidarının İhvancılıkla yetinmeyerek kendisini Taliban’a da yamamaya çalışan ideolojisidir. Dolayısıyla Türk milletinin AKP’den ve politikalarından kurtulmadıkça, evrensel hukuka, çağcıl kültüre bağlı laik ve demokratik özüne dönmesi mümkün değildir.
30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun.