AK Parti Sözcüsü Çelik’ten ‘laiklik’ açıklaması
AK Parti Sözcüsü Çelik, AK Parti’nin iktidara geldiği ilk günden itibaren laiklik prensibini güçlü bir şekilde savunduğunu söyledi.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Toplantısı devam ederken parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi.
İç dış siyasi olaylar başta olmak üzere olağan gündemin takip edildiğini dile getiren Çelik, ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her MYK toplantısı öncesinde hem kendisinin faaliyetleriyle ilgili hem de teşkilatlara ve diğer birimlere tavsiye, talimatlarına ilişkin değerlendirmesinin olduğunu aktardı.
Çelik, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, MYK toplantısı başlar başlamaz gelecek dönemde olacak çalışmalarla ilgili değerlendirmelerini paylaştığını söyledi.
Terörle mücadelenin güçlü bir şekilde devam ettiğini vurgulayan Çelik, terörle mücadelenin, Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü, demokrasisini, hukuk devletini korumak için verdiği haklı ve meşru bir mücadele olduğunu, bu uğurda büyük fedakarlıkların sergilendiğini dile getirdi.
Terörle mücadelede şehit olanlara Allah’tan rahmet dileyen Çelik, gazilere de şükranlarını ifade etti.
Çelik, Sakarya Zaferi’nin 100. yılının idrak edildiğini hatırlatarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu zafer, Milli Mücadele’nin dönüm noktasıdır. Bizi bu topraklardan silmeye çalışan, vatanımıza göz diken güçlere karşı verdiğimiz mücadelenin dönüm noktalarından bir tanesidir. Burada düşmana ‘Dur’ denilerek varlığımızın daimi olacağı, vatan kıldığımız bu toprakların ebediyen vatanımız olacağı bir kere daha ilan edilmiştir ve Sakarya Zaferi, Büyük Taarruz’un müjdecisi olmuştur. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, o büyük mücadelede emeği geçenlere saygılarımızı, şükranlarımızı sunuyoruz. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının o zor koşullarda verdiği mücadele, bu ülkeyi vatan olarak ebediyen sahiplendiğimizin, bu toprakların ebediyen vatanımız olacağının o zor koşullarda bütün dünyaya güçlü bir ilanıydı. Bugün aynı iradenin devam ettiğini, aynı şekilde vatanımızı, ülkemizi, milletimizi daha iyi noktalara getirmek için çalışmaya, gayret etmeye devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum.”
MYK toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değerlendirmelerinin ardından gündeme geçildiğini, AK Parti Mali ve İdari İşler Başkanlığının, AK Parti Ar-Ge ve Eğitim Başkanlığının kapsamlı sunumlarının olacağını dile getiren Çelik, “Toplantıda iç ve dış politika değerlendirmeleri aynı şekilde kapsamlı bir şekilde yapılacak. Sosyal politikalarla ilgili değerlendirmeler yapılacak, ayrıca diğer arkadaşlarımız da kendi değerlendirmelerini sunacak.” diye konuştu.
Göbeklitepe’deki Dikilitaş’ın kopyası BM’nin bahçesinde sergilenecek
“Bu sene Göbeklitepe’de 12 bin yıl öncesine tarihlenen, 2018’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kaydedilen, Göbeklitepe’de bulunan P18 Dikilitaş’ın küçültülmüş bir kopyası, Cumhurbaşkanımızın katılımıyla Birleşmiş Milletler (BM) binasının bahçesinde kalıcı olarak sergilenmeye başlanacak.” diyen Çelik, bunun çok önemli olduğunu belirtti.
Çelik, Anadolu’da çıkmış bu eserin, Birleşmiş Milletler binasının bahçesinde sergilenmesiyle Anadolu’nun, dünya ve insanlık için ne kadar büyük bir merkez olduğunun bir kere daha ilan edileceğini vurgulayarak, Göbeklitepe başta olmak üzere bu değerlerin tanıtılmasında üstün gayret sarf eden Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığına teşekkür etti.
Diyarbakır annelerinin evlat nöbetinin, 3 Eylül’de üçüncü yılına girdiğini söyleyen Çelik, “Diyarbakır anneleriyle birlikte İzmir’de, Van’da, Şırnak’ta, Hakkari’de, Muş’ta evlatları terör örgütü tarafından dağa kaçırılan aileler, vicdan nöbetini tutmaya devam ediyor. AK Parti MYK’sinde, bilsinler ki Diyarbakır anneleri olmak üzere ismini saydığım illerde ve başka illerdeki anneler de her zaman gündemimizdedir. Hepsine selamlarımızı, hürmetlerimizi ifade ediyoruz. İnşallah en kısa zamanda evlatlarına kavuşurlar.” şeklinde konuştu.
Terörle mücadele operasyonları
Çelik, terörle mücadele operasyonlarının İçişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığının koordinasyonunda güçlü şekilde devam ettiğini vurguladı.
“İçişleri Bakanlığımızın terör operasyonları 15 bölgede sürüyor. Aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak’ın kuzeyinde başlattığı Pençe operasyonları devam ediyor.” diyen Çelik, şunları kaydetti:
“Her gün terörün yeni bir boyutuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bütün bu mücadeleler, hem ülkemiz hem milli güvenliğimiz adına verdiğimiz bir mücadele olduğu gibi, insanlık düşmanı bir yapı olan teröre karşı verdiğimiz bu mücadele, aynı zamanda bir insanlık savunusudur. Buradan hiçbir şekilde geri adım atılmadan, hiçbir şekilde bir gevşemeye mahal verilmeden en güçlü bir şekilde bu operasyonlar devam ediyor.
Güvenlik güçlerimiz sadece görünen terör unsurlarıyla mücadele etmekle sınırlı bir faaliyet yürütmüyorlar, aynı zamanda kamuoyunun dikkatine gelmeyen çok önemli operasyonlara imza atıyorlar. Sadece bu yıl içerisinde ülkemizde 130 terör eylemini güvenlik güçlerimiz engellemiştir. Engellenen 126 eylem terör örgütü PKK’nın, 3 eylem girişimi DEAŞ’ın, bir eylem ise aşırı bir sol örgütün girişimiydi. Bu kararlı mücadeleyi veren, bu hassasiyeti gösteren bütün güvenlik güçlerimize buradan teşekkürlerimizi ifade etmek istiyoruz.”
Çelik, terör örgütünün yönetici kadrosuna dönük operasyonların, İçişleri Bakanlığı, MİT Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve ilgili birimlerin koordinasyonuyla güçlü şekilde devam ettiğini vurgulayarak, “Terör belasına karşı hem ülkemiz için, hem bütün bir bölgemiz için, hem insanlık için bu haklı mücadeleyi vermeye devam edeceğiz. Terörle mücadele operasyonlarına katılan, sahada güçlü mücadeleyi veren bütün personele, bütün bu gayreti gösteren ekiplere buradan sevgilerimizi, selamlarımızı iletiyoruz.” dedi.
Okulların açılmasıyla Milli Eğitim Bakanlığının Sağlık Bakanlığıyla birlikte güçlü bir koordinasyon içinde olduğunu ifade eden Çelik, okulları açık tutma, çocuklara yüz yüze eğitim verme ve yeni dönemlere hazırlama faaliyetinin büyük bir hassasiyetle yürütüldüğünü söyledi.
Okul öncesi eğitimin, çocukları okula hazırlamak ve öğrenciler arası başarı farklarını en aza indirme konusunda kritik bir rol oynadığını ifade eden Çelik, 2002-2020 yılları arasında okul öncesi eğitime erişimin 320 binden 1 milyon 225 bine yükseldiğini bildirdi.
Orta öğretimde okullaşma oranının yükseltildiğine dikkati çeken Çelik, 4+4+4 eğitim sistemiyle 12 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesinin bu noktada büyük rol oynadığını, bu sayede 2002 yılında yüzde 50,57 olan orta öğretimde okullaşma oranının 2020 yılında 87,93’e ulaştığını söyledi.
Çelik, Milli Eğitim Bakanlığının bütçesinin eğitime verilen destek çerçevesinde sürekli olarak artırıldığını vurguladı. Eğitim alanındaki asıl öznenin öğretmenler olduğuna değinen Çelik, “2002-2020 yılları arasında öğretmen sayımızı okul öncesinde 13 bin 356’dan 95 bin 49’a çıkarmıştık, ilköğretimde 373 bin 303’ten 677 bin 915’e, orta öğretimde 138 bin 956’dan 382 bin 109’a yükselttik.” diye konuştu.
Bu sayede öğretmen başına düşen öğrenci sayısının azaldığını dile getiren Çelik, “2002 yılından bu yana öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilköğretim kademesinde 27’den 17’ye, orta öğretim kademesinde 17’den 14’e düşürülmüştür. Öğrencilerimizin maddi açıdan desteklenmesi, pansiyon kapasitesinin yükseltilmesi konusunda önemli adımlar atılmıştır. Ücretsiz ders kitabı dağıtımı önemli bir dönüm noktasıdır.” dedi.
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’nda (PISA) Türkiye’nin 2018’de matematik ve fen alanlarındaki en yüksek puanlarına ulaştığını söyleyen Çelik, bu başarıların artarak devam ettiğini bildirdi.
Çelik, eğitim alanında daha güçlü bir şekilde yeni yaklaşımlarla yatırım yapmaya, eğitim alanını güçlendirmeye devam edeceklerini belirtti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kitabı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” kitabının yayımlandığını anımsatan Çelik, kitabın bir konuşmalar derlemesi olarak değil müstakil görüşler olarak hayata geçtiğini ifade etti.
Çelik, “Kitap hem Cumhurbaşkanımızın liderliğinde siyasetimizin ve ülkemizin çeşitli konulardaki yaklaşımlarını ve tabii ki liderlik ettiği konuları net bir şekilde anlatıyor.” dedi.
Kitaptaki en önemli konulardan birinin “Küresel Ölçekteki Ayrımcılık Birleşmiş Milletler’deki Çifte Standart” meselesi olduğuna işaret eden Çelik, Birleşmiş Milletler’in (BM) meşruiyet, işlevsellik, etkinlik, temsil, kapsayıcılık gibi çok ciddi sorunları bulunduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM toplantılarına katıldığında yüksek sesle bunları ifade ettiğini hatırlatan Çelik, “Cumhurbaşkanımız tarafından dillendirilen reform ihtiyacı daha çok kimse tarafından dillendiriliyor. Bu veto konusundaki imtiyazın ortadan kalkması ve temsildeki adaletin sağlanması gibi konularda bu kitapta sadece eleştiri değil aynı zamanda Türkiye adına yapılan önerileri de okumak mümkün olacaktır.” diye konuştu.
Kitapta dünyadaki kurumların kapsayıcılığıyla ilgili çalışmaların bulunduğunu ve çeşitli modellerin ortaya konulduğunu dile getiren Çelik, geçmişin ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiş bu kurumların bugünkü dünyanın ihtiyaçlarını karşılayamadığını söyledi.
Çelik, Türkiye’nin bütün reform çabalarına hangi çerçeveleri sunduğunun, hangi reform önerilerinde bulunduğunun ayrıntılı bir şekilde görüleceği kitaptan elde edilecek tüm gelirin tamamıyla AFAD’a bağışlanacağını ve kitabın çeşitli dillerde yayımlanacağını ifade etti.
Mısır ile ilişkiler
Türkiye ile Mısır ilişkilerinde normalleşme sürecinin yaşandığını anımsatan ve daha önce Kahire’de yapılan toplantının ikinci aşamasının Ankara’da gerçekleştiğini söyleyen Çelik, şöyle devam etti:
“Bundan memnuniyet duyuyoruz. Mısır ülkemizin önemli ortaklarından bir tanesi. Haftalık 21 sefer ile Türk Hava Yolları Afrika kıtasında en fazla uçuşu Kahire’ye gerçekleştiriyor. 2020 yılında toplam ticaret hacmimiz 4,85 milyar dolar olarak gerçekleşti. Aynı zamanda tarihten gelen kardeşlik bağlarımız, dostluk bağlarımız, paylaştığımız Akdeniz’in bize yüklediği sorumluluklar var. Dolayısıyla ikinci toplantının Ankara’da yapılması bir aşama daha ileriye gidildiğini gösteriyor.”
Mısır ile ikili ilişkilerin yanı sıra konuşmaları gereken başka meselelerin de bulunduğuna vurgu yapan Çelik, “Libya, Suriye, Irak, Filistin ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler Mısır’la konuşmamız gereken meseleler. Bu meseleler de artık ele alınmaya başlamıştır. Hem ilişkilerin normalleştirilmesi hem de iki güçlü ülkenin, iki kadim ülkenin bu bahsettiğim sorunlarda daha ortaklaşan, daha yakınlaşan stratejiler üretme konusunda ilerlemesi tabii ki memnuniyet vericidir. Buradan bir kere daha kardeş Mısır halkına selamlarımızı, sevgilerimizi ve saygılarımızı iletiyoruz.” diye konuştu.
Afganistan’daki durum
Çelik, Afganistan’daki gündemi tüm dünya gibi kendilerinin de yakından takip ettiklerini belirterek, NATO’nun Afganistan’dan çekilmesiyle fiili güç olarak Taliban’ın sahada kontrolü ele aldığını dile getirdi.
Taliban’ın 15 Ağustos itibarıyla ülke genelinde büyük oranda hakimiyetini kurduğunu söyleyen Çelik, Afganistan’daki yabancı askerlerin tamamının 31 Ağustos’ta ülkeden ayrıldığını hatırlattı.
Çelik, Taliban ile Ahmet Mesut güçleri arasındaki Pencşir’deki çatışmaların da Taliban’ın hakimiyet sağlamasıyla sona erdiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“NATO Destek Misyonu’nun sona ermesiyle de bizim askerlerimiz 25 Ağustos’ta ülkemize dönmüş oldular. Böylece kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, 20 yıl boyunca yaptığı görevi şanla, şerefle, başarıyla, gururla tamamlamış oldu. Türkiye Kabil Büyükelçiliğini kapatmamıştır, büyükelçiliğimiz hizmet vermeye devam etmektedir, bu oradaki herkesin arzusudur. Afganistan’ın dünyayla bağlantısını sağlayan çok önemli, oradaki misyonu bakımından son derece kıymetli bir faaliyet yürütüyor büyükelçilikteki arkadaşlarımız. Bizim dışımızda Pakistan, Rusya, Çin ve İran büyükelçilikleri de faaliyetlerini sürdürüyorlar.”
İnsan hakları ve kadın hakları başta olmak üzere Afganistan’daki konuları hassasiyetle takip ettiklerini vurgulayan Çelik, “Her şeyden önce kapsayıcı ve kuşatıcı bir hükümetin ortaya çıkmasını arzu ettiğimizi ifade ettik. Şu aşamada geçici bir hükümet kuruldu, onun yeterince kapsayıcı olduğunu söyleyemeyiz. Ayrıca 33 kişilik bir yönetim var hükümette, bunun geçici olduğu ifade ediliyor. Bundan sonraki adımların daha kapsayıcı olması konusunda takiplerimizi sürdüreceğiz. Burada bütün dini, etnik, yerel güçlerin kendisini temsil ettiği bir yapının ortaya çıkması çok önemlidir.” ifadelerini kullandı.
Kadın hakları konusunda da tüm meseleleri takip ettiklerini aktaran Çelik, bu konuda geçmişte yaşanan acıların ve sıkıntıların yaşanmamasını temenni ettiklerini vurguladı. Çelik, bu konudaki mesajlarının da sürekli ve güçlü bir şekilde verilmeye devam ettiğini söyledi.
Afganistan’daki geçiş hükümetiyle iş birliğine uluslararası toplumun temkinli yaklaştığını dile getiren Çelik, şöyle devam etti:
“Burada şöyle bir çizginin ilerletilmesi lazım. Bu bahsettiğim insan hakları konusu, kadın hakları konusu ve diğer konularda mesajların verilmesi ve mesajların etkili olması için ilişkileri kesmek değil, uluslararası toplum bu ilişkileri sürdürerek bu mesajların etkin olmasını sağlayabilir. İlişkiyi kestiğinizde ve dışlayıcı davrandığınızda o zaman ne insan hakları konusunda ne kadın hakları ne diğer kapsayıcılık konusundaki mesajlarınızın bir yere ulaşması mümkün değildir. Daha sağduyulu davranması, Afganistan’ı kendi kaderine terk etmemesi, Afganistan’daki geçiş döneminin sağlıklı bir şekilde olması, kapsayıcı hükümet modelinin ortaya çıkması, kadın hakları gibi konularda daha çok mesaj vermesi uluslararası toplumun bir mükellefiyetidir.”
Ömer Çelik, bu faaliyetler yürürken hem resmi güçler hem fiili güçlerle ilişkileri sürdürdüklerini söylediğini hatırlatarak, “Hemen okuma yazması eksik bazı siyasetçiler çıkıp bizim resmen oradaki fiili gücü resmi olarak tanıdığımız şeklinde bir yaklaşım ürettiler. Söylediğimiz basittir aslında; büyükelçimiz, büyükelçiliğimizdeki personel Afganistan devletindeki personelle görüştüğü zaman zaten bu resmi bir görüşme oluyor. Yani orada Afganistan devleti içerisindeki bir yetkiliyle, belli bir kurumun başındaki kişiyle görüştüğünüz zaman zaten resmi bir güçle görüşmüş oluyorsunuz. Aynı şekilde fiili durumu getiren Taliban yetkilileriyle görüştüğünüzde de fiili bir durum ortaya koymuş oluyorsunuz.” dedi.
Türkiye’nin burada hem kendi hassasiyetlerini takip ettiğini hem de uluslararası toplumla paralel bir şekilde hareket ettiğini dile getiren Çelik, bunlarla ilgili konuşurken daha derinlemesine bilgi sahibi olarak konuşmakta fayda olduğunu söyledi.
Çelik, şunları kaydetti:
“Nedendir bilinmez, yani ne zaman Türkiye biraz hassas bir süreç yürütüyor olsa, kendi milli çıkarları açısından, bölge açısından, dost ve kardeş ülkelerin geleceği açısından hassas bazı dengeleri yürütmek durumunda olsa bu dengelere saldırmak, Türkiye’nin bu dengeler konusundaki hassasiyetini bozmak, bununla ilgili olarak birtakım bozucu siyasetler ortaya koymak konusunda hemen harekete geçenler var. Halbuki Türkiye’nin çıkarları, ülkemizde yaşayan herkesin çıkarlarıdır. Türkiye’nin hak ve menfaatleri bütün vatandaşlarımızın hak ve menfaatleridir. Bu hassasiyetleri kaşımak yerine burada yürütülen diplomasiye, siyasete katkıda bulunmaya çalışmak daha anlamlı olur.”
Müttefiklerin, demokrasiyle yönetilen ülkelerin terör örgütleri ile olan ilişkisindeki ilkesizliğe sık sık vurgu yaptıklarını dile getiren Çelik, özellikle PKK terör örgütünün Suriye kolu olan YPG/PYD’ye verilen destek konusunda daha önce çok defa eleştirilerini dile getirdiklerini hatırlattı.
Bunun somut bir örneğinin Afganistan olduğunu belirten Çelik, “Afganistan’da büyük ülkelerin her biri bir terör örgütüne destek verip bir başka ülkeye karşı vekalet savaşı yürüttü. Ama sonuçta kazanan terör oldu.” dedi.
Suriye’de bir Afganistan modellemesinin ortaya konulmaya çalışıldığını ifade eden Çelik, “Suriye yeni bir Afganistan olmasın, Akdeniz’in dibinde yeni bir Afganistan ortaya çıkarmayın.” uyarıları yaptıklarını aktardı.
Fransa’daki Lafarge davası
Çelik, Fransa’daki Lafarge davasına ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.
Fransız Lafarge firmasının, Suriye iç savaşında DEAŞ’ı üstelik Fransa gizli servisinin bilgisi dahilinde desteklediğini aktaran Çelik, şöyle devam etti:
“Lafarge firmasının faaliyeti, insanlığa karşı işlenen suçlara bir örnektir. Oradaki sivil toplum örgütleri bu ilişkiyi ortaya çıkarıyorlar ve bu konu mahkemelik oluyor. Mesele Fransız Yargıtayına taşınıyor ve Fransız Yargıtayı da Lafarge firmasının yargılanabilmesinin önünü açan bir karar alıyor. Üstelik Lafarge’ın DEAŞ’la olan ilişkisinde hem Fransız iç, dış ve askeri istihbarat servislerinin sürekli olarak devrede olduğuna dair iddialar da bu şekilde yargılanmış olacak. Güçlü bir şekilde Lafarge’ın bunlar adına hareket ettiği ya da bunlara bilgi vererek hareket ettiği de ortaya koyuluyor. Dolayısıyla Fransız Yargıtayının buradaki kararı, terörist gruba verilen fonların, aslında terörizmi finanse etmek anlamına geldiği şeklindedir.”
Türkiye, Suriyeli Türkmenlere yardım gönderdiği zaman Türkiye’yi illegal yapılarla ilişkili göstermek isteyenlerin en çok sesinin çıktığı yerlerden birinin Fransa olduğuna işaret eden Çelik, “Ama şimdi gördük ki bizatihi Fransız iç-dış ve askeri istihbarat örgütlerinin bilgisi dahilinde DEAŞ’la bağlantılı birtakım kurumlar ortaya çıkıyor. Bunların DEAŞ’la sahada göğüs göğüse çarpışan Türkiye hakkında söyledikleri yalanların da bir başka ifadesidir bu. Türkiye’yi bu şekilde suçlayanlar meğerse kendi yaptıklarını Türkiye üzerinden ifade etmeye, Türkiye’ye iftira atma çalışıyorlarmış. Kuşkusuz bu konuyu da güçlü bir şekilde takip edeceğiz.
“Türkiye Cumhurbaşkanı zaten bu manaya gelir”
Çelik, bir basın mensubunun “Bir CHP milletvekili sizinle ilgili şöyle bir iddiada bulundu; ‘Ömer Çelik, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı diyemedi, Türkiye Cumhurbaşkanı dedi.’ Bu konu hakkında yorumunuz nedir?” sorusunu yanıtlarken bu tartışmaların daha önce de yapıldığını söyledi.
Bu konunun “bilgisizlik” yüzünden dile getirildiğini ifade eden Çelik, “Daha sonra da bilgisizlik devam ediyor. Ya bilgisizlik ya kötü niyet çok daha büyük iddialar kuruyor bu cümlelerin üzerine. Türkiye Cumhurbaşkanı demek, Türkiye Cumhuriyeti rejiminin başı demektir, Türkiye Cumhuriyeti devletinin başı demektir. Türkiye Cumhurbaşkanı zaten bu manaya gelir.” diye konuştu.
Türk Dil Kurumunun değerlendirmesinde de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı gibi bir ifadenin iki kere cumhuriyetten bahsetmek olacağı ve tekrar anlamına geleceğinin yer aldığını aktaran Çelik, buna göre Türkçe açısından doğru tabirin de “Türkiye Cumhurbaşkanı” tabiri olduğunu söyledi.
Eski Cumhurbaşkanları Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer, Abdullah Gül zamanlarında da Türkiye Cumhurbaşkanı ifadesinin kullanıldığını ifade eden Çelik, Yüksek Seçim Kurulunun 2014 teki Cumhurbaşkanı seçimleri ile ilgili verdiği kararda da “Türkiye Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.” ifadesinin kullanıldığını aktardı.
Çelik, “Dolayısıyla Türkiye Cumhurbaşkanı demek zaten Türkiye Cumhuriyeti devletinin başı demektir. Yani burada Türkiye Cumhurbaşkanı dediğimizde ‘Cumhuriyet ifade edilmiyor’ diyerek, buradan yine eski bir CHP alışkanlığı olan rejim tartışması çıkarmak ya da çok daha kötü bir hastalık olan Cumhuriyet’in sahipleri kendileriymiş de başkalarını istedikleri gibi Cumhuriyet adına yargılayabilirlermiş ya da suçlayabilirlermiş gibi bir mantıkla hareket etmek son derece yanlış. Son 50 yıldır da benim kullandığım şekilde kullanılıyor. Dolayısıyla boş bir tartışma.” değerlendirmesinde bulundu.
“Kurumsal bir meseleye dönüştürüyorlar”
Geçen MYK toplantısı sırasında düzenlenen basın toplantısında bir muhabirin salona alınmamasının gündeme getirildiği ve muhalefetin bu durumu “basın özgürlüğünü engelleme” olarak değerlendirdiğinin belirtilmesi üzerine Çelik, söz konusu muhabirin toplantıları düzenli olarak izleyen bir muhabir olmadığını, bu toplantılara 3-4 ayda bir geldiğini anlattı.
Muhabirin daha önce soru sormasının ya da toplantıya girmesinin engellenmesinin söz konusu olmadığını ifade eden Çelik, “Buradaki sorun, buranın kurallarına uyulup uyulmaması ile ilgilidir. Bu muhabir arkadaşımız uyarıldığında sürekli olarak burada sıkıntı çıkmıştır. Daha önceki dönemlerde FOX yönetimine de bu iletilmiştir. Hatta başka bir FOX yönetiminden katılan arkadaşımız, gayet hoş bir şekilde bu toplantılara katılmıştır. O arkadaşımızla ilgili hiçbir problem olmamıştır. Bu muhabirin şahsi davranışlarıyla ilgili bir problemdir.” dedi.
Çelik, muhabirin toplantıda çıkardığı sorunlarla ilgili uyarıldığında “cep telefonunu çıkarıp kayda alırım, sizle ilgili yayın yaptırırım” şeklinde tavır gösterdiğini söyledi.
Kanalın ana haber bülteninde Selçuk Tepeli’nin şahsi olarak ortaya çıkan bu meseleyi kurumsal bir mesele haline getirdiğini ifade eden Çelik, şunları kaydetti:
“Bir muhabirin davranışlarıyla ilgili bir problemi, kurumsal bir meseleye dönüştürüyorlar. Bu da onların tercihidir ama ondan sonra kullandığı ifadeler, imalar kişisel saldırı anlamına gelen şeylerin gazetecilikle ne ilgisi var? Herkes kimin ne söylediğini orada görüyor ki bu şahıslar enteresandır, en çok bağımsız gazetecilik konusunda sesleri çıkar, daha önce çalıştıkları televizyon kanalına gittiğimizde kalabalığın içinde hem şahsımıza hem AK Parti’nin siyasetlerine karşı övgüler diziyorlardı, kanal değişince başka bir karakter ortaya çıkıyor. Bu konulara girmek istemiyorum, kişiselleştirmek istemiyorum ama bir televizyon kanalının ana haberini kullanarak kişisel bir zemine girdiğiniz zaman biz de buna her zeminde cevap veririz.”
Deniz Zeyrek’in Sözcü gazetesinde yazdığı bir yazının gerçeği yansıtmadığını ifade eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yazı tamamen kişisel saldırı üzerine kurulu. Ortak bir dostumuz varmış da ben ortak dostumuza kendisiyle ilgili bir şey söylemişim, o da buna karşılık bana şunu söylüyormuş diyerekten bir hakaret etme hakkı görüyor. Kimin kalıbı varmış, kimin kalıbı yokmuş gibisinden. Ben baktığım zaman ‘bir kalıp görmüyorum’ mu diyeyim? Kendileri demokratmış da biz güvenlikçiymişiz. Şimdi bunu neresinden tutarsan tut, bir röportajımız yayınlanmış da yarım sayfa yayınlanmış, tam sayfa yayınlanmamış diye sorun olmuş. Madem bu kadar kamuya açık bunu yapıyorlar, bunları tek tek anlatmaya gerek yok da bir kere örnek olsun diye anlatayım, baştan aşağı yalan olduğuna dair. Benim Kültür ve Turizm Bakanlığım zamanında o zamanki Hürriyet gazetesinde Devlet Opera ve Balesi ile ilgili yalan bir haber çıktı. Biz de açtık, uyardık, ‘Bu haber yalandır’ dedik. Bu yazıyı yazan şahıs Ankara temsilcisi, bu haberi İstanbul’un yaptığını söyledi. Biz de İstanbul’a açtık sorduk, onlar da Ankara’nın yaptığını söyledi. Dolayısıyla biz böyle yalan düzenin karşısında gereken mesafeyi koymuş olduk. Olmayan bir diyalogdan, olmayan bir sözden bahsedip başka bir kanalla yaşanan şeyi bir gazetecilik mevzusu diyerekten tamamen kişiselleştiren bir şey yapıyorlar.” dedi.
En çetrefilli, en ağır sorunlarda bile kişiselleştirmemeye çalıştıklarını aktaran Çelik, siyasetçilere seslenerek şöyle devam etti:
“Kendi genel merkezlerinde bu arkadaşların, bahsedilen şahsın tahammül ettiğimiz davranışlarına kesinlikle tahammül edeceklerini düşünmüyorum. Bu FOX ile ilgili bir mesele değildir, onlar bunu kurumsal bir mesele haline getirdiler. Diğer muhabirlerle ilgili hiçbir sorun yoktu, birkaç ay evvel buradaki sıkıntıları kendileri bu konuda uyarılmıştı. Ayrıca onlar da söylüyorlar, ‘Biz şimdiye kadar buraya her zaman girdik ve istediğimiz soruyu sorduk’ diye. Biz hangi sorudan çekinecekmişiz? Hangi sordukları sorudan çekinmişiz? Cevap veremeyeceğimiz soru yok. Şimdiye kadar istediklerini sormuşlar, biz de istediğimizi sorarız. Biz belirli sınırlar içerisinde duruyorsak zannetmesinler ki bu zaaftır, zannetmesinler ki gösterdiğimiz nezaket bir zayıflıktan kaynaklanıyor. Hiçbir şekilde kişiselleştirmemeye çalışıyoruz, temel çizginin dışına çıkmamaya çalışıyoruz ama tutup tek bir olaydan bu tarafa hiç sormadan da öylesine sıralı yalanlar söyleniyor ki yazık, olan bağımsız gazetecilerin, tarafsız gazetecilerin emeğine oluyor. Bu, tarafsız gazetecilik değil.”
Çelik, basın mensuplarına emeklerinden dolayı teşekkür etti, bu toplantıları titiz bir şekilde takip ettiklerini söyledi.
Türkiye’nin geçmişinden beri basın özgürlüğü konusunda yapılan tartışmaların, Türkiye’nin demokrasisiyle bunun ilişkisinin, zor zamanlarda kimlerin demokrat bir tavır sergilediğinin, demokrasinin üzerine kabus gibi çöküldüğü zaman kimlerin bu kabusun gönüllü propaganda elemanı olduğunun net bir şekilde görüldüğünü dile getiren Çelik, bütün o demokrat duruşunu koruyan, zor zamanlarda güçlü bir mücadele veren gazetecilerin bu ülkenin demokrasisinin en büyük katkı sağlayıcıları olduğunu söyledi.
Çelik, “Bizim hiçbir kurumla hiçbir kişiyle kurumsal, kişisel bir problemimiz yok. Bu temel ilkelere hem gazetecilik ilkelerine hem de misafir olan arkadaşlarımızın, her kurumun birtakım kuralları var, bunlara uyulmasıyla ilgili bir hassasiyettir. Uyarmışızdır, onlar başka bir yolu tercih ettiler, bizim için bir mesele yoktur. Maalesef bazı siyasetçi arkadaşlarımız da hiç önünü arkasını bilmeden tek taraflı bir beyana atlayarak böylesine yanlış bir tutum almış oldular. Hiç kimsenin sorduğu sorudan çekineceğimiz bir şey yok.” diye konuştu.
“O gece Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olma prensibi de korunmuştur”
Eski AK Parti Milletvekili Resul Tosun’un laikle ilgili ifadeleri ve CHP’li Engin Özkoç’un değerlendirmelerinin hatırlatılması üzerine Çelik, şunları söyledi:
“Sayın Resul Tosun’un ifadelerine de Sayın Engin Özkoç’un ifadelerine de katılmıyoruz. AK Parti’nin laiklik konusundaki tutumu bellidir. Bu, partimizin tüzüğünde net bir şekilde ifade edilmiştir. Laiklik prensibinin Anayasa’da korunması gerektiğini düşünüyoruz. Hiçbir şekilde Anayasa’dan çıkarılması gibi AK Parti’nin bir teklifi olamaz. Bu teklife AK Parti’nin olumlu bir şekilde bakması da mümkün değildir. Türkiye, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye’nin rejimi büyük tecrübelerden geçerek olgunlaşmıştır. Bugün laik sadece devlet düzenini ilgilendiren bir mesele değil, etrafımızdaki coğrafyaya baktığımızda aynı zamanda toplumsal barışı sağlayan bir mekanizma olarak da son derece kıymetlidir. Burası Resul Bey’in açıklamalarına katılmadığımız taraf. Öbür taraftan Engin Bey’in söylediği, herhangi bir şekilde istismar edilmemiş ifadesi de Türk siyasi tarihi tarafından yalanlanır. Türk siyasi tarihinde maalesef sorun şuydu, laiklik prensibi olmasın diyenler kadar laiklik prensibini bir dayatma, bir ideolojik baskı aracı olarak kullananlar, laiklik prensibini devletin-milletin değerleriyle kavga etmenin örtüsü olarak, aracı olarak kullananlar söz konusuydu.”
Çelik, AK Parti’nin iktidara geldiği ilk günden itibaren laiklik prensibini güçlü bir şekilde savunduğunu aktararak, şunları kaydetti:
“Laiklik prensibinin korunması ve güçlendirilmesi gerektiğini söylemiştir. Özellikle Anglosakson dünyadaki gibi ideolojiden arındırılmış bir mekanizma olarak ele alınması gerektiğini, bir dayatma ya da bir ideolojik baskı aracına dönüşmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla Cumhuriyet tarihinde yaşanan pek çok olay ki en önemlilerinden bir tanesi 28 Şubat dönemidir, 28 Şubat’ta bütün o işleri yapanlar laikliği istismar edenler, laikçilik adına bunları yapıyorlardı. Atatürk’ü de istismar ederek yapıyorlardı. Türkiye’nin demokrasi mücadelesi bir bakıma laiklik kavramını yerli yerine oturtma mücadelesidir. AK Parti, laiklik kavramının çağdaş dünyada olduğu gibi korunması gerektiğini, çağdaş dünyada olduğu gibi bir toplumsal barış projesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor.”
Fetullahçı Terör Örgütü’nün hedef aldığı prensiplerden bir tanesinin de demokrasiyle ülke bütünlüğüyle birlikte aynı zamanda laiklik olduğunu belirten Çelik, “Sapık bir din adamı gelip Türkiye’nin başına geçmek istiyordu ve sapık bir ideolojiyi Türkiye’nin resmi ideolojisi yapmaya çalışıyordu. Üstelik bunu da dini referanslarla desteklemeye çalışıyordu. O gece demokrasi korunduğu gibi, ülkenin bütünlüğü korunduğu gibi Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olma prensibi de korunmuştur. Bu prensip hassasiyetle korunmaya devam edilecektir.” dedi.
Mısır ile yapılan görüşmeler
Çelik, Mısır ile yapılan görüşmelerin ayrıntılarının sorulması üzerine, “Şu aşamada detay vermeyeyim. Bu doğru da olmaz. Çünkü ikinci toplantıyı yapıyoruz, birincisi Kahire’de yapıldı, ikincisi Ankara’da gerçekleşti. Bir tarafı da istikşafi görüşmeler bunun.” yanıtını verdi.
Tarafların Libya, Irak, Suriye, Doğu Akdeniz gibi konulardaki temel yaklaşımlarını masaya koyduğunu, bu yaklaşımlar arasındaki ortaklıkların ve ayrılıkların altının çizildiğini, ortaklıkların nasıl güçlendirilebileceğinin, ayrılıkların nasıl giderilebileceğinin değerlendirildiğini anlatan Çelik, “Hem istihbarat kurumları arasında hem dışişleri teşkilatları, dışişleri bakanlıkları arasında bu görüşmeler verimli bir şekilde devam ediyor. Kendi seyri içerisinde bu devam edecek ve giderek daha çok olgunlaşacak. İkili ilişkilerimizin olgunlaşması kadar bahsettiğim gibi Libya, Doğu Akdeniz, Irak, Suriye gibi konularda ortak bir noktaya varmayı, görüşlerimizi daha çok yakınlaştırmayı arzu ediyoruz.” dedi.
Edremit’te çarşaflı bir kadına zincir takılması
Edremit’in düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen gösteride, çarşaflı bir kadına zincir takılmasıyla ilgili Çelik, şunları aktardı:
“Cumhuriyet’in özel bir gününün kutlandığı bir gününün, aslında kadını onurlandıran bir gün de olması lazım aynı zamanda. Cumhuriyeti kutlamayı, kadınların bir kısmını, hangi kesimi olursa olsun, kıyafet, inanç ya da yaşam tarzlarından dolayı aşağılama olarak değerlendiren birisi varsa Cumhuriyet’i de anlamamıştır demektir. Maalesef bu idraksizlik, çeşitli mahfillerde, çeşitli zeminlerde gözüküyor. O gün yapılan şey, Türkiye’de hele de o dönemde, yani Kurtuluş döneminde o kıyafetle kadınlar, anneler, cepheye mermi taşıyordu, kundağa kendi çocuklarını sarmıyorlardı, ona mermileri sarıyorlardı ıslanmasın diye. Bu kadar vahşi bir şey olabilir mi? Bu kadar utanç verici bir şey olabilir mi? Tam bir zekasızlık örneği, ne Cumhuriyet’ten nasibini almış ne tarihten nasibini almış ne kadın haklarından nasibini almış. Bir iş yaparken dikkat edeceksiniz. Bu yaptığınız iş bakın söylüyorum, kılık kıyafeti ne olursa olsun bizi ilgilendirmez. Yaşam tarzı ne olursa olsun bizi ilgilendirmez. Kadınların bir tanesine bile saygısızlık anlamı taşıyorsa hepimizin elimizin tersiyle bunu itmemiz lazım. Üstelik bu suçtur da.”
Çelik, bu katmanlar kazındığında Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti’ni kavga ettirme gibi bir hastalığın da ortaya çıktığını, “Osmanlı İmparatorluğu’nda ne varsa kötü” demek için yalan yanlış tarihi referanslara başvurulduğunu dile getirdi. Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bin yıllık devlet hayatımız var. Bütün bu devletler bizim devletimiz. Tarihi içerisinde milletimizin yürüyüşünün her biri bir merhalesi. Osmanlı İmparatorluğu da tarihimizin gurur duyduğumuz dönemlerinden bir tanesi. Türkiye Cumhuriyeti, milletimizin devlet hayatının son merhalesi ve göz bebeğidir. Dolayısıyla tarih içerisindeki büyük yürüyüşümüzün çeşitli merhalelerini ya da göz bebeğimiz olan Türkiye Cumhuriyeti’ni bu merhalelerden biriyle kavga ettirmeyi asla doğru bulmuyoruz. Bu hastalıklı bir yaklaşım olur. Her meselede kadın üzerinden bir kavga çıkması, çatışma çıkması sürekli olarak kadınların başka ideolojik meselelerin arasındaki çatışmanın bir nesnesi olarak kullanılması da hastalıklı bir yaklaşım. Zaten yapılan şey de suçtur. Buradan bir kere daha kınıyoruz.”
Mültecilerin ülkelerine geri dönmesine ilişkin çalışmalar
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Suriyeli mülteciler başta olmak üzere mültecilerin geri dönmesi için komşu ülkelerle birtakım çalışmaların yürütüldüğüne ilişkin açıklamalarının sorulmasına ilişkin Çelik, şunları kaydetti:
“Bu önemli bir mesele ve hassasiyetle yürütülmesi gereken bir mesele. Esasında Suriye’de ilk savaş ortaya çıktığında Cumhurbaşkanımızın Başkan Obama ile yaptığı görüşmelerin esası Suriye’nin içinde güvenli bölge oluşturulması, bir uçuşa yasak bölge oluşturulması ve bu mültecilerin orada tutulmasıydı. Güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge oluşturulmuş olsaydı, bugün bu mülteciler Türkiye’ye ve Avrupa’ya gitmeyeceklerdi ama maalesef burada uluslararası toplum, büyük devletler sorumluluklarını yerine getirmeyince ölümden kaçan bu insanların Türkiye’ye ve Avrupa ülkelerine gitmesi söz konusu oldu. Gelinen noktada bunu dikkatli bir şekilde nasıl geriye döndürebiliriz diye stratejiler geliştirmek gerekiyor. Başta Ürdün, Irak ve diğer ülkelerle ciddi bir şekilde konuşulması gerekiyor. Bunun mekanizması ne olur, aşamaları ne olur, şu aşamada bir şey söylemememiz en iyisidir. Çünkü verilmiş bir karar yok. Türkiye’nin tek taraflı olarak diğer ülkelerin rızası olmadan, ‘Şu mekanizmayı kullanalım’ ya da ‘Şu yöntemi kullanalım’ demesi gibi bir şey yürütülen müzakerelere de zarar verir ama bu, insanları ölümün kucağına atalım demek değil. Bu insanların yaşam güvencelerini, haysiyetli ve şerefli yaşamalarının garantisini sağlayacak bir model kurmalı.
Cumhuriyet Halk Partisi diyor ki ‘Biz geleceğiz, Esad ile konuşacağız ve bunları ülkelerine göndereceğiz. Esad ile anlaşacağız.’ Nasıl bir garanti ile anlaşacaksınız? Zaten oradaki rejimden kaçmış bu insanlar. Kendi tarihlerinde 1945’te Türkiye’ye sığınmış Azeri aydınları Boraltan Köprüsü’nde Stalin rejimine teslim ettiler. Daha teslim edilir edilmez o Azeri aydınlar öldürüldü. Demek ki bu böyle ezbere işlerle olmuyor, burada hassas olmak lazım. Bu kadar insanın hayatını tehlikeye atacak birtakım ifadelerden de kaçınmak lazım. Bölge ülkeleriyle konuşuluyor, Birleşmiş Milletler ile de konuşuluyor ama mekanizma neye evrilir, hangi aşamaya gelir, şu aşamada henüz taslak aşamasında bu konuşmalar diyebiliriz.”
Fransız Yargıtayının, Fransız çimento şirketi Lafarge’a, DEAŞ’lı teröristleri finanse etmesi nedeniyle “insanlığa karşı suça ortak olmak” suçlaması yöneltilebilmesinin önünü açan karara varmasına ilişkin soru üzerine Çelik, şunları söyledi:
“Lafarge firmasının daha önce biz Suriye bölgesine askeri harekat gerçekleştirdiğimizde gördük ki orada PKK/PYD terör örgütüne çok ciddi karargahlar yapmıştı. Bu firmanın, Fransız askeri ve iç-dış istihbaratıyla bağlantılı olarak da çalıştığı ortaya çıktı. Dolayısıyla şöyle bir şey de var, Fransa’ya diyorsunuz ki ‘Niçin PKK/PYD/YPG terör örgütüne Suriye’de destek veriyorsunuz?’ Onlar da diyor ki ‘DEAŞ ile mücadele ettiği için veriyoruz.’ Sizinle bağlantılı kuruluşlar her tarafa destek vermeye devam ediyor, her tarafla iş tutmaya çalışıyor; hakikaten bu da garip bir tablo ortaya çıkarıyor. Hukuki olarak da konuyu takip ediyoruz. Burada insanlığa karşı işlenen bir suç söz konusudur, terörün finansmanı konusu söz konusudur. Sadece siyasi değerlendirme düzeyinde kalmayacağız, bunu hukuki olarak da takip edeceğiz ama ne yaparız ne yapmayız, o, kurumlarımızın yapacağı değerlendirmeye bağlı olarak ortaya çıkacak bir konu.”
“Kılıçdaroğlu’nun ifadesi trajik”
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, 12 Eylül darbesinin 41. yılı dolayısıyla sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “İktidarını 12 Eylül’e borçlu olanlar darbelerle hesaplaşamaz.” ifadesine yer verdiği hatırlatılarak, değerlendirmesinin sorulması üzerine Çelik, şöyle konuştu:
“Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanımızı ve AK Parti’yi kastederek ‘İktidarlarını darbelere borçlu olanlar’ gibisinden bir ifade kullanması trajik. Kendisinin başında bulunduğu siyasi geleneğin, darbelerle teknik değil, organik ilişkisi, Türk siyasi tarihi açısından son derece berrak bir tablo. CHP’de gerçekten bu sıkıntılı darbelerle ilişkili geçmişiyle hesaplaşmak, yüzleşmek isteyen demokrat arkadaşlarımız var. Onlarla yaptığımız çeşitli sohbetlerde, bu konuda açık bir şekilde, bu darbeler konusunun CHP ile ilişkili olmaktan çıkarılması için açık değerlendirmeler yapılması, açık cümleler kurulması gerektiğine dair değerlendirmeler de oluyor. Sayın Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu kurumsal yapı, anlıyorum ki bu ifadesinden, öyle düşünmüyor. Keşke CHP’deki bazı demokrat arkadaşlarımızın düşündüğü gibi düşünseydi Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi de.”
15 Temmuz’da FETÖ’nün TBMM’yi, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni bombaladığını ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürmek üzere harekete geçtiğini dile getiren Çelik, Kılıçdaroğlu’nun ise 15 Temmuz gecesi bütün bu olup biteni evden izlediğini söyledi.
Çelik, “Bunları konuşurken insanın, biraz kendisiyle yüzleşmesi gerekir, biraz hassasiyet göstermesi gerekir; hele de AK Parti’yi, ‘İktidarını darbelere borçlu bir yapı’ gibi göstermek, mantıkla da bağdaşmaz. İnsanın mantıki değerlendirme yeteneğinden kuşkuya düşerler, böyle bir değerlendirme yaptığınız zaman.” şeklinde konuştu.
“AK Parti’ye kapatma davası açıldığı zaman neler söylüyordu CHP’deki kişiler? Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında birileri rejim krizi çıkarmaya çalıştığı zaman, CHP’dekilerin tavrı neydi? Türkiye’deki en temel sorunların çözümüyle ilgili birtakım adımlar atılmaya çalışıldığı zaman tavır neydi?” diye soran Çelik, şu ifadeleri kullandı:
“Şimdi CHP ile HDP yan yana duruyor da AK Parti, Kürt sorunu üzerindeki olumsuz uygulamaları kaldırırken, Kürt sorununun doğmasına yol açan birtakım olumsuz uygulamaları AK Parti, demokratikleşme reformlarıyla ortadan kaldırırken Mecliste en şiddetli direnişi CHP’nin grup başkanvekilleri gösteriyordu.”
Çelik, CHP’deki bazı demokrat siyasetçilerin arayışlarının ve tavırlarının CHP’nin kurumsal refleksi haline gelmesini arzuladıklarını dile getirerek, şunları kaydetti:
“Daha yakın zamanda bir milletvekilleri çıktı, hem de anayasa hukuku profesörüydü, ‘Ordu artık darbe yapamıyordu, kağıttan kaplanmış’ diyerekten darbeleri övdü. Daha yakın zamanda bir milletvekili çıktı, ‘Birtakım yargıçların fırsat kolladığını’ söyledi. Bütün bunların karşısında susan Sayın Kılıçdaroğlu’nun, darbe vesayet rejiminin bütün baskısına maruz kalarak mücadele etmiş ve Türkiye’nin önünü açmış AK Parti ile ilgili böyle bir değerlendirmede bulunması son derece trajiktir. İktidarını darbelere borçlu olmak bizim geleneğimizde yoktur, onların geleneğinde vardır. Tam tersi, milletin eliyle iktidar olamayınca darbeler yoluyla iktidar olma belası, bu gelenek yüzünden bu ülkenin başına kabus gibi çökmüştür.”
(AA)