Ana çelişki ulus devletler ve küresel şirketler
Dünya kamuoyu son günlerdeki Amerika Birleşik Devletlerindeki siyasal gelişmeleri izlemekte ve her yönü ile bu gösteri ve işgal girişimlerinin geleceğin dünyasının biçimlenmesinde ne gibi etki ve yansımalar yaratacağını, her yönü ile tartışmaktadır. Başkanlık seçimlerinin sonuçlanmasından sonra ortaya çıkan yeni durum her açıdan ele alınırken, iktidarın el değiştirme törenleri sırasında seçimi kaybeden cumhuriyetçilerin bazı tepkiler sergileyeceğini ve bunların arasında bazı sokak eylemlerinin ya da binalara saldırıların olması gibi fiili durum yaratmaya yönelik yeni gelişmelerin birbiri ardı sıra ortaya çıkacağı öne sürülürken, iktidarın cumhuriyetçilerden demokratlara doğru el değiştirmesinin engellenebileceği ve bu alanda ABD tarihinde görülmemiş bazı siyasal gelişmelere, ABD halkı ile birlikte dünya kamuoyunun da tanık olacağı aylardır tartışılıp duruyordu. Önde gelen basın organlarında şimdiki başkanın göreve devam edeceği, seçimi kazanamazsa iktidarı bırakmayacağı ve cumhuriyetçi partinin iktidar yılları içinde kendine bağlı olarak örgütlediği milis kuvvetler ile sokak hareketlerine egemen olarak ayakta kalacağı ve kesinlikle iktidarın devredilmeyeceği, bir çok yayın organında dile getiriliyordu. Böylece dünyanın en büyük demokrasisi olarak adlandırılan Amerika Birleşik Devletlerinde ilk kez demokratik rejim dışına çıkılarak, siyasal koşulların zorlanacağı ve bu doğrultuda artık eskisi gibi serbest seçimler aracılığı ile iktidarların el değiştirme döneminin geride kalacağı gibi konular aylardır dile getirilerek tartışmalar tırmandırılıyordu. ABD’deki son dönemde yaşanan olaylar ve bunlar üzerinden gündeme gelen siyasal gelişmeler artık bir dönemin sonuna gelindiğini ve bir daha eskisi gibi bir siyasal düzenin bu büyük kıtasal ülkede söz konusu olamayacağını açıkça ortaya koyuyordu .
Amerika Birleşik Devletlerinde eski dönemin sona ermesi ve yeni bir sürece girilmesinin arkasında yatan siyasal, sosyal ve ekonomik nedenler doğru dürüst ortaya konulmazsa o zaman bugün yaşanmakta olan gelişmelerin tam olarak gerçekçi bir yaklaşım çerçevesinde anlaşılması mümkün olamayacaktır. Bugün yaşanmakta olan siyasal gelişmeler son yıllardaki yaşanan olayların birer sonucu olarak gündeme gelmektedir. Bu nedenle bugünü iyi anlayabilmek için dünü her yönü ile bilerek değerlendirmek gerekmektedir. Başta ABD olmak üzere bütün dünyada son dönemde yaşanan siyasal gelişmelerin adı küreselleşme diye konulmuş ve böylesine bir oluşum uluslararası tüm gelişmelerin arkasında yatan ana neden olarak etkin olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasıyla birlikte içine girilen yeni dönem küreselleşme olarak ilan edilirken, iki kutuplu düzenden tek kutuplu bir düzene geçileceği ve bu doğrultuda ABD’nin dünyanın en büyük gücü olarak bir süper devlet konumuna geleceği, bütün dünya devletlerinin bu doğrultuda parçalanarak tüm siyasal yapıların ABD’nin çevresinde toplanarak tek kutuplu yeni bir dünya düzeni oluşturulacağı, emperyalist ve onların işbirlikçisi çevreler tarafından dile getiriliyordu. İki kutuplu dünya geride kalırken ve bu doğrultuda ABD merkezli tek kutuplu bir dünyaya bütün ülkeler zorlanırken, herkes bir ABD merkezli küresel düzen beklemeye başlamış ama aradan geçen çeyrek yüzyıllık zaman dilimi sırasında, beş kıtanın üzerinde yaşamakta olan iki yüz civarındaki ulus devletler ile küreselleşme görünümünde oynanarak, bunların tasfiyesine giden yol ekonomik reçeteler üzerinden tamamlanmaya çalışılmıştır. Yirminci yüzyılın geleneksel siyasal literatürü çizgisinde dünya devletleri cumhuriyetlerin çatısı altında demokrasi oyunu oynarken ,gerçekler ve geleceğe dönük senaryolar medya organlarının yaratmış olduğu sahte kamuoyları üzerinden saklanarak, bir oldu bitti ile dünya bugünün sahnesinde yeni bir görünüm ile gündeme gelmiştir. ABD’de yaşanmakta olan olaylar yirminci yüzyılın son on yılında içine girilen küreselleşme döneminin ortaya koyduğu doğal sonuçlardır. Bugün yaşanmakta olan olayların gerçek boyutlarıyla ele alınarak değerlendirilebilmesi için dünyanın neden küreselleşme aşamasına getirildiğini iyi bilmek ve bu sürecin devam ettirilmesi durumunda dünyanın nerelere doğru sürükleneceğini de iyi görmek gerekmektedir.
Dünyanın en büyük demokrasisi olduğu ileri sürülen ABD’de demokrasi dışı gelişmeler ve eskisi gibi devam ettiği varsayılan geleneksel demokratik düzeni ortadan kaldırmaya yönelen sokak hareketleri ve bunların uzantısı siyasal olaylar birbiri ardı sıra gelişmeler ile öne çıkıyorsa, bu aşamada durup bir küreselleşme dönemi değerlendirmesi yapılması gerekmektedir. Küresel emperyalizme geçilmeden önce nasıl bir dünya düzeni vardı ve birinci dünya savaşı sonrasında imparatorluklar yıkılırken, bunların yerini neden ulus devletler aldı ve bunlar yirminci yüzyıl geride kalırken ne durumdaydılar gibi sorular yeterince yanıtlanmadan, soğuk savaş döneminin ulus devletlere ne gibi yansımalar getirdiği ve bu devletler bugün gelinen aşamada küresel şirketlerin ekonomik saldırıları sonrasında nasıl bir konuma geldikleri, gerçek boyutları ile ele alınıp değerlendirilemez. Tekelci şirketler giderek küresel emperyalist örgütlere dönüşürken, yeni sömürgecilik politikaları doğrultusunda eskisinden çok farklı yapılanmalara yönelerek, küresel emperyalizmin ana örgütleri konumuna gelmişlerdir. Para gücünü çok iyi kullanan küresel şirketler, bu doğrultuda hem siyaseti finanse ederek hem de para gücü ile basın-yayın ve medya organlarını satın alarak ayrıca kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket ederek, ulus devletleri tasfiye eden İMF ve Dünya Bankası politikalarını sürekli olarak uygulama alanına getirerek, devletlerin kendi ekonomilerine sahip olmak ve ekonomik yapılarını ulusal çıkarları doğrultusunda yönlendirme şanslarını ellerinden almaya çalışmışlardır. Bu gibi politikalar yüzünden ulus devletler eski güçlerini kaybetmişler ve emperyalizm tarafından desteklenen insan hakları politikaları aracılığı ile de birlik ve bütünlüklerini koruyamaz durumlara gelmişlerdir . Küresel şirketler ekonomiyi İMF ve Dünya Bankası reçeteleri ile ulus devletler ve milletlerin elinden alırken, ulus devletler yarı yarıya çökertilmiş ve insan hakları söylemleri doğrultusunda alt kimliklerin kışkırtılmasıyla, toplumsal yapılarda da bölünme ve bölücülük oluşumları hızlandırılarak, küresel sermayenin dünya egemenliği için var olan devlet yapılarının ulusal modelleri nedeniyle dağıtılmaları, siyasal gündemin tam ortasına oturtulmuştur .
Küresel emperyalizm bu doğrultuda geliştirilirken, büyük şirketler daha da büyüyerek ülkelerin ve toplumların yönlendirilmesinde ulus devletlerin yerini almışlardır. Geçmişten gelen cumhuriyet devletleri ile demokratik rejimler içinde çağdaş gelişmeler gösteren ulusal yapıların dış baskılar aracılığı ile alt kimlikçilik, tarikatçılık ve cemaatçılık oluşumları çerçevesinde parçalanarak ulus devletler ile birlikte millet gerçekliklerine de son verilmeye çalışılmıştır. Yüz yıllardır dünyanın belirli bölgelerinde yaşamakta olan ulusal yapılar zorlanan koşullar çerçevesinde yok edilirlerken, küresel şirketlerin dünya egemenliğini gerçekleştirecek biçimde şehir devletlerine geçiş sürecinin gerekleri tamamlanmaya çalışılmıştır. Bugün gelinen noktada dünyanın en ileri demokrasisi olarak gösterilen ABD’de yaşanan olayların perde arkasında, küresel emperyalizmin dünya hegemonyasını ele geçirme planları bulunmaktadır. Ulus devletleri ortadan kaldıracak doğrultuda tekelci şirketler küresel örgütlere dönüşürken geçmişten gelen normal demokrasinin yapısı değişmekte, şirketler ön plana geçerek ülkenin yönlendirilmesinde söz sahibi olmak noktasına geldiklerinde, siyasal partiler önemini yitirmekte, siyaseti artık partiler değil şirketler belirlerken, millet kimliğini taşıyan toplumsal yapıların bu duruma karşı çıkmaması için de, tarikatlar batılı emperyalist ülkelerin gizli örgütleri aracılığı ile işbirlikçi bir biçimde milletlerin parçalanmasında önde gelen görevler yapmaktadırlar.
Amerika Birleşik Devletlerinde son yaşanan, siyasal partilerin eski güçlerini yitirdiklerini ve bunların yerini yeni yetme bazı tarikatların aldıklarını bütün dünya kamuoyu yaşanan olaylar aracılığı ile görmüştür. Özellikle İsrail merkezli bir siyonist düzen kurma peşinde olan Evanjelik tarikatı, siyaseti bu örgütün amaçları doğrultusunda Avrupa ve Amerika kıtalarında örgütlerken, ulusal yapıları dışlayarak, siyonizmin kuyruğunda Hıristiyan toplulukları Evanjelizm adı altında harekete geçirerek, bütün Hristiyan ülkeleri yönlendirmeye kalkarken, başta ABD olmak üzere bütün büyük ve güçlü devletleri dünya siyaset sahnesinden çekerek, tarikatçı ve cemaatçı kadroları hem uluslararası alanda, hem de devletlerin çatısı altında örgütlemiştir. Devletlerin yerini çok uluslu şirketler alırken milletlerin yerini de cemaatler almaya başlamış, böylece daha küçük toplumsal yapılar yeni devletçikler olarak siyaset sahnesine çıkartılmaya çalışılmışlardır. Küreselleşme aracılığı ile hem uluslar, hem de ulus devletler devre dışı bırakılırken, küresel emperyalizmin gizli dünya devleti ile bu yapıya bağlı olarak hareket eden yeni tarikatlar büyük parasal destekler aracılığı ile harekete geçmişlerdir. Bir yanda Hristiyan dünyayı örgütlemek üzere Evanjelizm tarikatı aracılığı ile Hristiyan siyonizmi devreye sokulmuştur. Diğer yanda ise İslam dünyasında da benzeri bir siyonist yapılanma bir anlamda siyonist İslam tarikatı oluşturularak tamamlanmaya çalışılmıştır. Hristiyan devletler Evanjelizmin çıkmazları doğrultusunda yıllarca bocalarken, benzeri yapılanmanın çıkış ülkesi olarak ilan edilen Türkiye bu konuda dikkatli ve erken davranarak, küresel emperyalizme karşı koyarken, Türk devleti sınırları içinde siyonist bir İslamcı yapılanmaya izin verilmemiştir. Evanjelizmin batı ülkelerindeki demokratik partiler düzenini bozması önlenemezken, benzeri bir yaklaşımın İslam dünyası içinde geliştirilmesi projesine, Atatürk cumhuriyetinin zamanında müdahale etmesiyle izin verilmemiştir.
Dünyanın en büyük Yahudi nüfusunun barındığı bir ülke olarak ABD’de her zaman için siyonist lobiler etkili olmuşlardır. Ne var ki, İsrail’in orta dünyada büyüyerek dünyanın merkezi büyük gücü olma planları doğrultusunda, ABD’nin siyonist lobiler ve Evanjelik tarikatı aracılığı ile siyonist planlara doğru yönlendirilmeye başlandığı aşamada, ABD kendisini kuran İngiltere ile karşı karşıya gelmiş ve ABD politikası bu aşamadan sonra cumhuriyetçiler ile demokratların çekişmesi yerine Hristiyan lobiler ile Musevi lobiler ya da Anglo-Saksonlar ile Yahudi grupları arasındaki çekişmelere dönüşmüştür. Bu aşamada dinci ve ırkçı lobilerin devreye girmesi ve ABD siyasetinde ön plana geçmeleri yüzünden, üç yüz yıllık geçmişe sahip olan demokrat ve cumhuriyetçi partiler, Amerika’nın devlet politikalarında geçmişten gelen güçlü konumlarını kaybetme aşamasına gelmişlerdir. Bugün ABD demokratları küresel sermayeye teslim olarak politik işlevlerini yerine getiremedikleri aşamada, devletçi cumhuriyetçiler demokratların yerini alarak sokak hareketlerine gitmişler ve bu doğrultuda küresel emperyalizm Amerikan devletini de bitirme noktasına getirmiştir. Yeni dönemde Amerikan siyaseti artık göründüğü gibi olmanın ötesine doğru kaymıştır. Ortada iki büyük parti vardır ama bunların yerine hem dinler, hem mezhepler, hem de alt kimlikli etnik lobiler ABD siyasetinin tam anlamıyla içine girerek, bu büyük yapıyı kendi politikaları doğrultusunda yönlendirebilmenin arayışı içine yönelmişlerdir. Yeni yılın başından bu yana ABD’de yaşanmakta olan siyasal gelişmelerin arkasında, küreselleşme döneminin uzantısı olarak öne çıkan konular ve sorunlar bulunmaktadır. Trump ve onun izlediği politikalar uzaydan ya da yıldızlardan gelen siyasetler değil ama dünyayı İsrail merkezli küresel bir imparatorluğa dönüştürme siyaseti ve bu siyasetin ulus devletler ile ulusal toplum yapılarını ortadan kaldırma çizgisinde, Amerikan devleti ile birlikte milletine vermiş olduğu büyük zararlar bulunmaktadır. Orta çağ sonrasında dünyayı yönetmeye soyunan küresel patronların artık ABD devletinden vazgeçerek, dünyanın ortasında Kudüs merkezli bir büyük dünya devleti kurmaya yöneldikleri yeni aşamada, ABD’yi de içeriden yıkmanın girişimlerini örgütlemeye başlamışlardır.
Dünya kamuoyu ve siyaset bilimi bugünkü Amerika’yı ve ABD’nin geleceğini tartışırken, perde arkasındaki güç merkezlerini ve onların üzerinden dünyayı yönlendirmeye kalkışan büyük zenginler ile ilgili her türlü gerçek bilgiyi ele almışlar ve böylece insanlığın üzerinde yaşadığı yer kürenin geleceği tehlike altına girmiştir. Bugün ABD’de yaşanmakta olan sokak hareketlerinin arkasında, ABD’de bitirilmiş olan siyasal partiler ile, bunlara bağlı olarak geliştirilmiş olan cumhuriyet devleti ve demokratik siyasal düzenin zayıflatılmasının büyük rolleri bulunmaktadır. Küresel kapitalistlerin tarikatlar ve lobiler üzerinden Amerikan devletini teslim almaları ve bu devletin politikalarını bir avuç zenginin çıkarları doğrultusunda oluşturmaları yüzünden, bugünün Amerika’sında yaşayan halkın yarısının sosyal güvencesi bulunmamaktadır. Dünyanın en fazla sayıda evsiz barksız insanları Amerikan şehirlerindeki parklarda yatıp kalkmaktadırlar. Göz boyayan büyük kapitalist yapılanmanın arkasında sömürü ve baskıların insan haklarına aykırı bir çizgide tırmandırılmasının büyük payı bulunmaktadır. Her yönü ile haksız ve adaletsiz bir düzen olan Amerikan siyasal rejimindeki haksızlıklar ve sorunlar artık patlama noktasına geldiği için son siyasal gelişmeler sokağa doğru kayma göstermiş ve bu aşamada bazı güç merkezleri, siyasetin marjinal unsurlarını devreye sokarak sonuç almak istemiştir. Seçimi kaybeden cumhuriyetçileri kışkırtarak sokağa çıkma aşamasında siyasal karışıklık ortamı yaratmak isteyen dünyanın egemen güçleri, çeşitli komplolar ile kamuoyunda ABD’nin prestij yitirmesinin sağlayarak çok istenen kaos ortamının önünü açmaya çalışmışlardır.
Amerika’da bugün son seçimler tartışılırken, esas ele alınması gereken konunun bundan önceki seçimler olduğunu hatırlamak gerekmektedir. Küresel sermaye Amerikan devletini İsrail lobilerinin arkasına takarken, hem ABD merkezli tek kutuplu dünya düzeni kurulmasını engellemişler, hem de kutsal kitaplar da var olduğu söylenen İsrail merkezli siyonist imparatorluğun kurulmasında, ABD emperyalizmini siyonizmin gerçekleştirilmesi için kullanmaya çalışmışlardır. Bu tür girişimlere ABD’nin kurucu gücü olarak İngiltere karşı çıkınca, hem ABD merkezli küreselleşme, hem de İsrail merkezli siyonizm projelerinin giderek olumsuz noktalara kaydığı anlaşılmıştır. İşte bu durumu önceden gören Amerikan devleti kendisini küresel sermayenin saldırılarına karşı koruyacak bir yeni planı geçen seçimlerden başlatarak, bu doğrultuda sert ve otoriter bir politikacının başkanlığa getirilmesini, ülke ve devletin çıkarları doğrultusunda Pentagon ve FBI ortaklığında örgütlemişlerdir. Trump bu tür bir rol için seçilerek önceden hazırlanmış ve daha sonra da başkanlığa getirilmiştir. Geçen seçimlerde herkes Clinton’ın karısı olarak New York senatörü Hillary’nın başkanlığa geleceğini söylerken ve dünya siyonist lobisi Hillary’e kilitlenirken, Amerikan derin devleti küresel emperyalizmin siyonist oyunlarını bozmak üzere Trump’ı ulus devleti kurtaracak bir ulusalcı başkan olarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtmuştur. Herkesin şaşkınlığı altında göreve gelen Trump seçimlerde, ”Amerika’yı yeniden büyük yapacağız” sloganı ile Amerikan halkından ve çeşitli lobilerden destek alarak seçilmiştir . “Önce Amerika“ söylemi devletin hazırlıkları doğrultusunda öne çıkarılmış, küreselleşme sürecinde ve siyonist planlar doğrultusunda ABD’nin zarar gören yanları törpülenerek devletin eski güçlü durumuna gelebilmesi için, Trump döneminde ABD için ciddi bir restorasyon dönemi devreye sokulmaya çalışılmıştır. Amerikan şirketlerinin yeni yatırımlarının sınır ötesi ülkelerde yapılmasına karşı çıkılmış ve daha önceden dışarıya gitmiş olan büyük Amerikan sermayesinin, yeniden Amerikan topraklarına geri dönmesi için çalışılmıştır. Geçmişten gelen ABD üstünlüğünün yenilenmesi için devlet her türlü önlemleri almıştır.
Trump başkanlığa geldikten sonra uyguladığı ulusalcı politikalarla ABD şirketlerinin dışarıya yatırım yapmasını önlemiş ve dışa gitmiş olan ABD sermayesinin yeniden ülkeye gelmesini ve yatırımlarını artık Amerikan topraklarında sürdürmesini gerçekleştirmeye çalışmış ama bu çabalarında küresel sermayenin karşıt politikaları ile karşı karşıya gelmiştir. Küresel sermaye ile bütünleşmiş dış istihbarat örgütüne karşılık, Pentagon yönetimindeki iç istihbarat örgütü ile çalışan Trump, devletin çıkarları doğrultusunda devlet kurumları ve ABD ordusu ile birlikte çalışarak ulus devleti yeniden restore edecek yeni planları uygulama alanına getirmeye çalışmıştır. Merkez bankası konumunda olan Federal Rezerv’i yöneten gizli dünya devleti İlluminati temsilcisi on aşırı zengin ailenin küreselci politikalarını karşısına alarak ulusalcı politikalarına devam eden yeni cumhurbaşkanı, merkez bankasını Amerikan halkının çıkarları doğrultusunda yönetmeye çalışmış ama bu aşamada küresel sermaye kendi kontrolü altındaki medya ve basın organları aracılığı ile ulusalcı başkanı karşısına alarak, sürekli aleyhinde yayınlar ile dünya kamuoyu önünde prestijini düşürmeye çalışmıştır. Daha önceki dönemde Kennedy gibi ulusalcı bir başkanı öldürten küresel zenginler, Amerikan Merkez Bankasını kendi bankaları gibi kullanırken, Amerikan halkının büyük çoğunluğunun yoksulluğuna çözüm bulmaktan sürekli kaçınmışlardır. Pentagon, Trump ile devletin yeniden güçlendirilmesi sürecini başlattığı aşamada, küresel kapitalistler siyonist lobiler ile işbirliği yaparak Federal Rezerv’i kişisel çıkarları doğrultusunda kullanmayı sürdürmüşlerdir. Bu yüzden Amerikan halkının en temel gereksinmeleri olarak işsizlik, yoksulluk, barınma ve açlık sorunlarının bir türlü çözüme kavuşturulamadığı ve bu yüzden sokak hareketlerinin arkasının kesilmediği de ortaya çıkmıştır.
Trump’ı küresel sermaye saldırganlığına karşı işbaşına getiren Amerikan devleti, başkanın sürekli olarak çatışma içinde olan politikalarına sahip çıkamadığı için ulusalcı başkanın ikinci seçimlerini kazanamadığı görülmüştür. Küresel sermaye ve tekelci şirketler uluslararası açılımlarına ve her yere yapmak istedikleri yatırımlarına devam etme doğrultusunda ulus devletin güçlenmesine karşı çıkarak, Trump’ın ikinci kez seçimini engellemişlerdir. Para babaları hem siyasetçileri, hem de medya mensuplarını satın alarak kullandığı için bu durumu devam ettirme doğrultusunda ulus devletin güçlendirilmesine ve Amerikan devletine geri dönüşe karşı çıkmışlar ve geleceğin süper gücü olarak örgütledikleri Çin’i en büyük ekonomik güç haline getirme doğrultusunda, New York’a karşı Şangay’ı dünya ekonomisinin merkezi konumunda örgütlemek için, her yolu deneyerek Trump’ın önünü kesmişlerdir. Küreselciler Çin’e gittikten sonra eski bir komünist devlet olan Çin başkanı küreselleşmeyi savunarak ABD Başkanı Trump’ın ulusalcı politikalarına açıktan karşı çıkmıştır. Trump, Amerikan devletinin ulusal kesimleri ile ABD toplumu içinde ulus devletten yana olan ulusalcı grupları ve merkezleri bir araya getirerek cumhuriyetçileri iktidara taşırken, küreselci güçler de demokrat partiyi ele geçirerek küresel emperyalizmin ve siyonizmin çıkarları çizgisinde Amerikan sermayesi ve yatırımlarını değişik dünya devletlerine çekerek, küresel bir imparatorluğu ekonomi üzerinden kurabilmenin çabası içinde olmuşlardır. Cumhuriyetçilerin geleneksel politikaları olan devlete sahip çıkmak ve bu doğrultuda devletçi girişimleri örgütlemek, Trump ile birlikte Cumhuriyetçi partinin de esas hedefi olmuştur. Cumhuriyetçiler bu doğrultuda vatanseverlik arayışı içinde ülke ve devlet için özel olarak çabalarken, liberal politikaların savunucusu ve uygulayıcısı olan demokratların zenginliklerini artırma hedefi ile kapitalist politikalara destek vermesi yüzünden Amerikan halkının sorunları devam etmiş ve yıllardır sürdürülen küreselci politikalara karşı yeniden Trump’ın öncülüğünde ulusalcı politikaları öne geçirme girişimleri etkisiz kalmıştır. ABD’nin bir dünya devleti olması ve Batı blokunun getirmiş olduğu uluslararası sorumlulukların gereklerini yerine getirme çabaları da, Amerikan devletini yormuş ve yıpranmasına neden olmuştur. ABD dünya bekçiliği görevini yerine getirirken, devlet yönetimi ulusal hizmetlerde geri kalmıştır.
Soğuk savaş sonrasında istenen seviyede bir yeni dünya düzeni kurulamadığı için yenilikleri çarpıklıklar izlemiş ve yeni bir düzen eski düzenin yıkılmasıyla iyice düzensizliğe doğru kayışlar yaşanmıştır. Bu gibi gelişmeleri kendi yararına kullanan küresel sermayeciler, Çin’i ön plana çıkarırken, Amerika’yı da geri plana iterek, ABD’nin parçalanabileceği bir yeni bir sürecin öne çıkarılması için çeşitli yolları denemişlerdir. Bir anlamda ABD markasını ve devletin korumasını elde etmiş olan Amerikan şirketlerinin Şangay’a yönelmeleri, bütün dünyada kurulmakta olan elektronik düzenin merkezinin de ABD’den alınarak Çin’e götürülmeye çalışıldığını ortaya koymuştur. Çeşitli toplantılar sonucunda bu durum anlaşılmış ve böylece ABD’nin ikinci kez kendi sermaye kesimlerinin ihanetine uğrayarak sırtından bıçaklandığı anlaşılmıştır. ABD bir yandan ulusal çıkarları doğrultusunda öne çıkan kendi esas gündeminden uzak tutulurken, İsrail merkezli bir başka planın tam ortasında kullanılmak istenmiştir. Bu durum Amerikan devletinin tasfiyesi aşamasında dışarıdan kararlı bir biçimde dayatılmıştır. Kendisi de bir iş adamı olan ve küresel düzeyde yatırımları bulunan bir sermayedar konumu ile Trump’ın, iş ve sermaye çevrelerinin eğilimleri doğrultusunda devlet için sorun yaratan temel problemlerin çözümüne yöneldiği aşamada, küreselci iş çevrelerinin karşı çıkışları ile sürekli olarak mücadele etmek zorunda kalınmıştır. ABD’nin içinde karşıt kesimlerin oluşturduğu lobiler ve onlara bağlı çalışan küreselci kadroların dış destekler sayesinde güçlü hareket etmeleri ile birlikte, devlet içi bölünmelere yol açılmıştır .Bu doğrultuda Alaska, Teksas ve Kaliforniya gibi ayrı bir devlet büyüklüğünde olan önde gelen geniş eyaletlerin Trump’a karşı çıkakarak, ABD federasyonundan ayrılmak için fırsat kolladıkları, son dönemlerde fazlasıyla gün ışığına çıkmıştır. Corona virüsün başladığı aşamada New York merkezli on kuzey eyaleti ortak hareket ederek ve ABD devletinden ayrı girişimlerde bulunarak, geçmişten gelen kuzey-güney ayırımına yeniden ülkenin sürüklenmesine uygun zemin hazırlamışlardır.
Özellikle son virüs probleminin çözümü için çalışıldığı aşamada, New York valisi, Washington yönetiminden uzaklaşarak, kuzey bölgesindeki on eyaletle beraber hareket etmiş ve küresel sermayenin desteği ile de Trump yönetiminin elinde olan başkent Washington’a karşı yeni bir bölgesel birlikteliği öne çıkarmıştır. Bu noktada ABD yeniden kuzey ve güney kutuplaşmasına doğru zorlanmıştır. ABD’nin kuzey bölgesindeki zengin eyaletlerinin yoksulların yaşadığı güney eyaletlerinden koparak ayrı bir bölgesel birliğe yönlendirilmesi ile birlikte, güney eyaletlerinde giderek artan Latin ve Zenci toplulukların birlikte yaşamaya başlamaları da, Amerikan milletinin ikiye ayrılmasının önünü açmıştır. Toplumun demokratlar ve cumhuriyetçiler olarak ikili bir dengede varlığını sürdürmesi bir yana bırakılarak, zenginler ve yoksullar ya da beyazlar ve siyahlar olarak ikiye bölünme sorunu, Trump’ın başlatmış olduğu yeniden ulusalcılık akımının iktidardan indirilmesi ile birlikte çözümsüz kalmıştır. Küreselleşme döneminde insan hakları görünümünde alt kimlikçiliğin örgütlenmesi sayesinde, eyaletlerin birlikten ayrılarak bağımsız devletler haline gelmek istedikleri açıkça ortaya konulurken, Amerikanın her yerinde yaşamakta olan Mormon tarikatı üyelerinin Utah eyaletine gelerek bu eyaleti bir Mormon devleti haline getirmeleri de, Amerikan birliğinin ortadan kaldırılmasına dönük bölücü bir girişim olarak küreselciler tarafından desteklenmiştir. İşte Amerikan devleti bu gibi ayrılıkçı hareketlerin önlenebilmesi için, ulus devletin dağılmasını önleyecek bir yeni uluslaşma programını Trump gibi sert bir politikacı aracılığı ile uygulamaya başlatmasını, küreselciler Demokrat Parti’yi örgütleyerek önlemişlerdir. Son seçim sonuçları ile küreselciler Amerikan devletinin tasfiye sürecini tamamlayacaklardır. ABD seçim sonuçlarının ortaya koyduğu en büyük gerçek, siyaset sahnesindeki ana çelişkinin ulus devletler ve küresel şirketler arasında olduğudur.