Atatürk’deki Vatan (V)
“Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”, Türk vatanının, istiklâlinin tehlikeye düşebileceğini, bu hususta Türk gençliğinin uyanık olması icap ettiğini çok açık bir dille anlatır. Her türlü ihtimali veciz cümlelerle özetler. Bu cümleler her vatanperver’in dimağında ve gönlünde binlerce hakikat ışığını parıldatır. Muhtemel olumsuzluklara karşı yılmamaları gerektiğini hatırlatır. Atatürk’ün muhteşem hitabesi, geleceğe yazılmış “millî bir vasiyet”tir. Asırlar öncesi Bilge Kağan bu vasiyetin bir benzerini “Sonsuza Uyanan Taşların” (Bu ifade M. Necati Sepetçioğlu’nun bu konu ile ilgili eserinin başlığıdır) üzerine kazıtmıştı.
Son zamanlarda “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”ni tartışma mevzu yapmak isteyenler bulunmaktadır. “Ders kitaplarından ve okullardan kaldırılmalıdır” gibi ifadeler Türk milletinin millî değerlerine saldıranların niyetinin açık ifadesidir. Sözü uzatıp dolandırmalarına da gerek yoktur. Türk milletinin savunma reflekslerini berhava edip O’nun dinî ve millî değerlerini biri birine zıt gibi göstermek gafleti içindedirler. Bu cahillik ve aceleciliği bırakmaları daha dürüstçe olur. Hiç kimse, hiçbir beşer sözüne ayet demez, diyemez. Buna Resuller Resulu Fahr-i Kainat Efendimizin sözleri de dahildir. Fakat, Mehmet Akif’in söylediği: “Kur’an’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı” dizelerinde olduğu gibi fikri zenginliğimizi, hitabet estetiğimizi de Kur’an ile derinleştirebiliriz, derinleştirmeliyiz.
Mesela: Gençliğe hitabenin “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” cümlesinde Kur’an’a vakıf bir Müslüman ve mü’min olan Atatürk’ün şu ayeti düşündüğüne inanıyorum: وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ “ve nahnu akrabu ileyhi min habli-lverîd” “Biz ona (insana) şahdamarından daha yakınız” (Kaf Suresi. 16.ayet) Yakınlardan yakın olan Cenab-ı Allah (C.C) bize yakınlığını şah damarı ile örneklendirmektedir. Bu imani hikmete sahip her mü’min gibi Atatürk’de; El-Kudret ve El-Muktedir esmaları ile emanet-i ilâhi’nin muhatabı her insanın, her Müslüman Türk evladının Allah’ın halifesi olmaya lâyık olduğunun idraki içindedir. İşte o zaman kudret’in Kudret-i İlah-î olduğu anlaşılır. Şehitler, kanlarını Allah yolunda sebil eylediği için diridirler. Şehitler Hay olan Allah’ın emanetini Hak yolda sarf ederler. Kan; idrak, iman ve hizmet yönüne göre yüce, şerefli ve asildir. O kan; şerefini, yüceliğini, sağlam köklerini; Hak’tan alır, halka hizmet için kullanır.
Bazı kanlar da vardır ki, kendisine kendinden yakın olan Hakk’ı idrak edemez, Allah yoluna toplu iğne başı kadarını kendinden harcamaz. Kanlar vardır ki; Şehid-i Kerbela olanlarda Hakk’a yücelir, asırlarca matemi tutulur. Er meydanlarında insanların namusunu, vatanını, balasını, anasını, kızını, kızanını korumak için dökülür. İşte o kanlar ASİL KANLARDIR. Bedir’de, Uhut’da, Hayber’de, Kerbela’da, Malazgirt’te, İstanbul önlerinde, Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kafkasya’da, Türkistan’da, Kırım’da, Bosna’da, Çeçenya’da, Doğu Türkistan’da, Afganistan’da, Irak’da, Filistin’de daha nice İslam ve Türk diyarında asırlar boyu dökülen kanlar ASİL değil midir?
Kanlarını er meydanlarında Allah için dökenler, döküldüğünü görenler anlar. Anlamayanlar ise; bu aziz millete tefrika sokmak için ufuksuz, irfansız, cehalet dolu dilleri ile asil değerleri yıpratmaya çalışırlar.
Bu Aziz Türk Milleti bir gün; kalp ile kalb’ı ayıracaktır.
Şimdi; Aziz Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi”ni evlatlarımıza unutturmamak üzere hatırlatalım:
“Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
***
bedhah: [Far. bed (kötülük) + hah (isteyen)] (bedha:h) {OsT} is.
بدخاه 1. Başkalarının kötü olmasını, kötü duruma düşmesini isteyen kişi.
şera’it: [Ar. şart > şerita > şerāit] (şera:it) {OsT} is.
شرائط 1. Şartlar; koşullar.
namüsait: -di [Far. nā + Ar. müsāid] (na:müsa:it) {OsT} sf.
نامساعد 1. Uygun olmayan; elverişsiz.
cebir: -bri [Ar. cebr] is.
جبر 1. Zor; zorlama.
2 Bir kimseye yapmak istemediği bir şeyi zorla yatırma.
müstevli: [Ar. istlā > müstevli / müstevliye] (müstevli:) {OsT} sf.
مستولى 1. Etkisi altına alan; basan.
مستوليه 2. Her tarafa yayılan; genişleyen.
3 (Devlet ve ordu için) bir yeri veya ülkeyi yönetimi altına sokan; istila eden; yayılmacı.
bitap: -bı [Far. bĊ-tāb] (bi:ta:p) sf.
بيتاب 1. Güçsüz; takatsiz; bitkin; halsiz.
ahval: -li [Ar. Îāl > aÎvāl] (ahva:l) {OsT} is.
احوال 1. Hâller, durumlar, vaziyetler.
2 Tavırlar, davranışlar.