Cumhuriyetin ideal projeleri
Türkiye Cumhuriyeti, muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı hedefleyen, dünya barışını tesis etmeyi amaçlayan ulusal ve evrensel bir projedir. Onun devrimci ruhu da insanlığı hep ileriye götürecek olan tükenmez azmidir.
Böyle bir Cumhuriyetin kurucusu Atatürk, Osmanlı aydınlarının son yüz elli yıl içinde yapmak isteyip de yapamadıkları ilerlemeyi, on beş yılda fazlasıyla hayata geçiren bir liderdir. Ondan olsa gerek H. V. Velidedeoğlu, “Atatürkçülüğün özü; toplumu ileriye, hep ileriye, aydınlığa ve refaha götürmektir” der. Atatürk elbette kısa zamanda çok ve büyük işler yaptı.
Ancak yapmaya ömrünün yetmediği üç reform vardı:
– Köylünün kent yaşamıyla tanıştırılması,
– Çiftçinin geçinebileceği ölçüde toprak sahibi yapılması,
– Toplumun aydınlatılması.
Ne yazık ki Türkiye’deki saltanatçı, hilafetçi, gerici karşı devrim hareketi de doldurulamayan bu boşluklardan demokratik ve laik Cumhuriyetin içine işleyerek ilerlemesini durdurdu.
İdeal Cumhuriyet Köyü (Köykent):
Köylünün uygar şehirli yaşama kavuşturulmasını amaçlayan İdeal Cumhuriyet Köyü projesi, Atatürk’ün bizzat kalemi, cetveli, pergeli, iletkiyi eline alıp üzerinde çalıştığı bir ekonomik ve toplum mühendisliği planıydı. Tıpkı kişilerin kooperatiflerde yaptığı gibi, köylerin de tek başına üstesinden gelemeyecekleri ekonomik ve sosyal imkanlarını eşit koşullarda ulaşabilecekleri ve paylaşabilecekleri yerde birleştirmelerini sağlamaya yönelikti. Buralarda bitkisel ve hayvansal ürünlerin işleneceği işletmeler olacaktı. Yanı sıra köylünün yaşam standardını yükseltecek nicelikte ve nitelikte eğitim, sağlık, sosyal, kültürel kompleksler olacaktı.
Toprak Reformu:
Nüfusun yüzde doksanını oluşturan köylüyü toprak sahibi yapmanın amacı, onun gerçek üretici olmasını sağlamak içindi. Falih Rıfkı Atay’ın belirttiği üzere Atatürk, halkı överek, yapacaklarının onun ihtiyacından kaynaklandığına ikna edip sonunda ona mal ederek inkılâplarını meşrulaştırıyordu. “Memleketin hakiki efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür” demesi onun bu metoduna verilebilecek en güzel örnektir. Öyleyse köylünün gerçek müstahsil olabilmesi için önce toprak sahibi olması gerekiyordu. Bu düşünceden hareketle 1 Kasım 1936’daki meclis açış konuşmasında, “Her Türk çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa malik olması behemehal lazımdır” dedikten sonra meclisin ve ülkenin gündemine Toprak Reformunu getirmişti.
Köy Enstitüleri:
Cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma bilenlerin oranı erkeklerde yüzde yedi kadınlarda binde dörttü. Onlar da daha çok saray çevreleri ve kamu görevlileriydi. Hangi çağda olursa olsun bir toplumun medeni dünyada yerini alabilmesi kesinlikle pozitif bilgi sahibi ve her bakımdan aydın olmasını gerektirir. Ülkemizde bunun yolu 3 Mart 1924’te kabul edilen Öğretim Birliği Yasasıyla açıldı. Ardından Harf İnkılabı, sonra Dil Tarih Kurumu ve üniversite benzeri kurumlarla başlatılan aydınlanma süreci asıl Köy Enstitülerinin açılmasıyla hız kazandı ve memleket sathına, tam da cehaletin kalbine yani asırlardır cahil bırakılan kırsala yayıldı. Başından beri mecliste bulunan ve köylünün kanını emen derebeyleri için tehlike çanları tam da o sıralarda tüm şiddetiyle çalmaya başladı denebilir.
Demokrat Parti’nin Doğuşu:
Atatürk sağken yaptığı inkılaplara karşı çıkanları mecliste verdiği amansız tartışmalarla ikna edebiliyordu. Lakin köylünün gerçek üretici olması için yeterli toprak sahibi yapılması konusu büyük bir dirençle karşılaştı, meclisteki toprak ağalarınca hep sekteye uğratıldı. Atatürk’ün azmi, ömrünün yetmemesi sebebiyle bu üç hayati reformu gerçekleştirmeye zaman bulamadı. Atatürk’ün ölümü üzerine, demokratik Cumhuriyetin inşasında hep muhalif olan derebeylerin bir kısmı CHP’den ayrılıp sahadaki taraftarlarıyla Demokrat Partiyi kurdular. Demokrat Parti, bu üç konunun ülkede yaratacağı sonuçların önüne geçmek, özellikle de Toprak Reformunu yaptırmamak üzere kuruldu. Tıpkı kapatılan Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi de ilk günden dini kendine paspas ederek siyaset yaptı.
Tuhaf olan, CHP’nin o günden itibaren popülizme kayıp dış politikada tam bağımsızlığı bırakıp emperyalizmle, iç politikada da ezilen halk kitlelerini bırakıp gerici eşrafla ve zorbalarla Demokrat Parti ile yarışırcasına işbirliğine gitmesiydi. Bu yarışla kırsalı, dolayısıyla ülkeyi temelden kalkındıracak, aydınlatacak Köykent ve Toprak Reformu tartışmaları ile Köy Enstitülerinin kapatılması sonucuna varıldı. Türkiye’yi refaha kavuşturacak bu ideal projelerin terk edilmesi, halkın geleceğe dair tüm yenilikçi ideallerini söndürdü, üretkenliğini durdurdu, emperyalizmin ülkeleri kendine bağımlı hale getirme yöntemlerinden biri olan askeri darbelere ve antidemokratik iktidar oyunlarına kapıyı açtı.
Ecevit Ve Köy-Kent:
Bu yarım kalan yürüyüşün İdeal Cumhuriyet Köyleri ile ilgili kısmı, 1960’larda Afet İnan’ın öncülüğünde yeniden gündeme geldi ve “Cumhuriyet Örnek Köyü” adı altında aslına uygun olmayan birkaç yerleşim yeri kuruldu. Hep iktidar olan Adalet Partisi zırnık katkı koymayınca proje tekrar kadük kaldı. 1979’da Ecevit’in kısa süreli hükümetinin seçimi kaybetmesinden sonra tümüyle sonlandırıldı. 1990’larda Ecevit bunu Köykent Projesi adıyla kurucusu olduğu DSP programına aldı fakat 1999-2002 dönemindeki başbakanlığında hükümetinin narkoliberal ve faşist ortaklarınca hiç de kale alınmadı.
DSP’nin ve Ecevit’in, kurumsal ve kişisel olarak Cumhuriyetin ideal projelerinin yılmaz savunucuları olduklarına şüphe yok. Ecevit, Cumhuriyetin temel ilkelerinden asla ödün vermemiş bir devlet adamı ve bir halk kahramanıydı. Türkiye Cumhuriyeti devletinin üçüncü adamıydı. Yaşlı ve hasta olduğu bir dönemde önce başbakan yardımcılığı sonra başbakanlık yapması bir iktidar düşkünlüğü değildi. Onun tek ülküsü vardı; milletin ve memleketin bekasına kast edildiğinde, şartlar ne olursa olsun, son nefesine kadar ülkenin bağımsızlığını ve Cumhuriyeti korumaktı.
Cumhuriyetin kurucu partisi olmanın verdiği övünçle devrimleri savunması ve koruması gereken CHP ise 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı sonuçların etkisiyle birlikte Atatürk’ün izinden giden Ecevit’i başından attı. Baykal’ın emanetinde, İhvancıların iktidara gelmelerini sağlayacak ortamın oluşmasına seyirci kalacak veya belki de katkı koyacak ölçüde dönüşüm geçirdi. Atatürkçü özünü yitirdi. Her yerde at izi ile it izinin birbirine karıştığı, Türk istiklal ve Cumhuriyetinin hiç olmadığı kadar tehlikede olduğu bu kötü zamanda, CHP’nin, kendi kurucu felsefesine dönüp dönmemesi konusunda Sn. Kılıçdaroğlu’na kolaylıklar dilemekten başka ne diyebiliriz ki!
Dünyaya Örnek Olmuşlardı:
Cumhuriyetin bu örnek projeleri Atatürk’ün kendisi gibi bütün dünyaya örnek oldular. Atatürk’ü bağrına basıp ona sahip çıkanlar, onun kalkınmacı ve devrimci projelerine de sahip çıktılar. İlk savaş uçaklarımızı satın alan Danimarka, Atatürk’ün hazırladığı İdeal Cumhuriyet Köyü planını da alıp Kopenhag yakınlarında Brondby adında bir köy inşa etti. Çağımızın çok ilerisine hitap eden bu son derece özgün kırsal alan projesinden herkes etkilenmiş olmalı ki dünyanın birçok yerinde uygulandı. Atatürk’ün açıkladığı gibi çiftçisini toprak sahibi yapanlar, tarımda dünyanın en gelişmiş ülkeleri oldu. Yine İskandinav ülkeleri başta olmak üzere birçok ülke Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’un müfredatının özüne sadık kalarak Köy Enstitüleri programını kendi koşullarına uyarlayarak halkını aydınlattı, ülkelerini kalkındırdı ve bugün dünyanın refah düzeyi en yüksek ülkeleri konumuna geldi.
Bizde İdeal Projelerden Geriye Lakırdı Kaldı:
Atatürk Devriminin gericilerin karşı devrimiyle yarım kalmasının nedeni, bu üç reformun başarılamamış olmasıdır. Bunlar başarılsaydı, bugün ekonomide ve medeniyette dünyanın en ileri ülkesi hangisi ise Türkiye ondan geride olmayacaktı.
Mehmet Altan, Ersan Karakaş, Murat Belge gibi Cumhuriyet karşıtları köylüyü Türkiye’nin geri kalmışlığının sebebi sayıp şeytanlaştırma cüretini göstermezdi. Cumhuriyet yanlısı Emre Kongar da ikide bir ”Türkiye tarım toplumundan sanayi toplumuna oradan da bilgi toplumuna geçemedi” demezdi.
Benim gibi köyünden dışarı çıkmamış bir çoban söylese anlarız: Kim bilir kaç kere Hollanda, Amerika, Fransa gibi tarımda ileri seviyedeki ülkeleri gezmiş bu akademisyenlerin, sanki Türkiye’nin tarım ülkesi olması onun sanayi ve bilişim ülkesi olmasına engelmiş gibi gösterilen değerlendirmelerine de kulak asan olmazdı.