En uzun günün bitmeyecek müziği
Duyguları etkileyen, duygu yaratan bir form olarak müzik; sesin sanata dönüşüp etkisinin anlama büründüğü, rengiyle, tınısıyla, notasıyla ritmiyle zamanlar üstüdür. İlhamını doğadan, gücünü içimizden alır. Bizi bize anlatır. Her iletişim yöntemi gibi etkilemek ister ve bunu en çok başarandır. Neden mi? Çünkü duyusaldır ve duygusaldır.
Ruhunun penceresini açıp müziğin sözlerine, ritmine kulak vermeyen var mıdır? İçimizdeki duygunun akmadığı, düşüncenin belirmediği, aynasında kendimizi görmediğimiz bir tek an var mıdır? Müzik insanı kendisiyle, insanlarla, doğayla, evrenle buluşturan, birleştiren evrensel bir dildir. İlginçtir onunla karşılaştığımızda -onun dışında- dilini kimseden de öğrenmediğimiz halde kolayca bizi içine çeken yaşayarak anladığımız bu dil, Aldous Huxley’in dediği gibi sessizlikten sonra, anlatılmaz olanı ifade etmeye en yakın şeydir. Yüreğimize ulaşarak bizimle birleştiği için etkilidir. Bizdeki tohumu besler, açmasını, filizlenmesini sağlar.
Bu sürükleyici dil, anlam arayışının bir ifadesidir. Belki de boş vermişliğimizin belki de öyle zannettiğimizin, belki de kendimizi nasıl kandırdığımızı bildiğimizin… Üstünde düşünme fırsatı veren kaynağa giden, suyun açığa çıkmasına yol açan güzel bir vesiledir. Kimi zaman da içimize girip bizi dış gerçeklikten koparan içimizin ritmiyle buluşturan kah hayatı anlamsız bulduğumuz bir boşluk, yalnızlık, mutsuzluk hali kah ritmiyle içimizde coşku fırtınaları estiren gerçekliğe kucak açtığımız yaşama sevinci aşılayan yaşamaya değer bir mutluluk anıdır. Hepsi ve çok daha fazlasıdır müzik.
***
”Şarkı söylemeye ne zaman başladın?” derler ya müzik sohbetlerinde.
Gelen cevap pek değişmez: ”Çok küçüktüm, okumaya başlamadan önceydi. Yazıları, müzik vardı ya da kendimi bildim bileli müziğin içindeyim belki de o benim içimdedir.” Doğru cevap her ikisi de. Küçükken eline tencere, tava almayan, tıngırdatmayan veya mikrofona benzeyen bir eşya bulup mesela, sonradan nereye kaybolduğu bulunamayan bir kumandaya, uydurduğu veya en sevdiği şarkıları söylemeyen var mıdır? O anlarda kalbin ritminin sese, bedene, tüm ruha işlediğini duyumsamayan var mıdır? Her şeyin etkisinden kurtulduğumuz, kendimizi bulduğumuz o yegane anın içinde kalmak isterdik çocukça bir saflıkla. Küçük çocuklar için derler ya, “Ne yaşamış, ne anlıyor da bu kadar kendinden geçiyor bu şarkılarla bu bıcırık?”
Müziğin ruhsal bir dokunuş olduğu, yaş sınırı çizilemeyeceğini göstermez mi çocuklar? Zira ritimle yaşamaya anne karnında başlamıştır bu çocuk. Yaşamı o ritme bağlı olduğundan mıdır müziğin herkesçe sevilmesinin nedeni? Sadece yaşı değil müzik, bütün ayrımcılığı kendi sesinde yok eder. İnsanların dil, din, mezhep, ırk… Yüzünden birbirini yediği zamanlarda besleyendir müzik. Evrenseldir. Onarandır yaraları, yara açanlara bir selamdır kimi zaman.
Kulağını, yüreğini açan herkesi kucaklar. Aynı şarkı tüm evreni silahsız kuşatır. İlkokula başladığımda en sevdiğim derslerden biriydi müzik. Daha sonraki yıllarda da teşbihte hata olmaz bir köpeğin, bir kokunun izini sürdüğü gibi müziğin sesini aramayı sürdürdüm. Sesimi çıkaracak cesaretim olmadığından -içe kapanık bir çocuk olduğumdan- hep bir koroya açtım kanatlarımı. Öyle çok uğraşmama da hiç gerek kalmazdı. Evrenin çekim yasası her zaman işler ve müzikle buluştururdu beni. Ortaokulda en çok dinlediğim sanatçı, Zeki Müren idi. Ailemin şaşıp kaldığını hatırlarım, çünkü bir saz topluluğunun içine doğmuştum. Bizde büyükler halk müziği, küçükler pop müzik dinlerdi, hala da öyledir. Yaşıma ağır gelen bu müziğin ağırlığından, yaşamaya vaktimin olmayacağından mı endişelendiler kimbilir. Doğrudur, kişiliğimi annem, babam, öğretmenlerim, arkadaşlarım kadar müzik de etkiledi. Vaktinden önce olgunlaştırdı müzik, suçlayacak değilim onu. Ruhum müsaitmiş bu konuğa, konuk da yerini sevdi. Huzur verdiğinden belli. Özlediğinde sık sık buluştu bu yolu hiç bırakmadı ruhum. Hep bir koro oldu yaşamımda şarkı söylemeyi sevdim koroyla. Koro birliğin kurulduğu bir bütünlük, bütünün tek seste toplanmasıyla evren gibiydi; öncesinde sezdiğimi sonrasında anladım. Mikrofon sevdalısı olmadım hiçbir zaman. Koroyu oluşturan insanlar bende saygı uyandırdığı kadar zamanla şaşırttı da. İniş çıkışları ile bütüne zarar veren mikrofonun arkasından koşan kibri gördüm, kıskançlığı da, kaprisi tanıdım üstelik müziğin evinde. Geri çekildim izledim çünkü bu duygular sele dönüştüğünde alıp götürüyordu güzel olan her şeyi kara sularına. Bıraktığım oldu böyle bir kaç koroyu. Sanatçı kaprisi denilen ve sanatçıyla kaprisi bir arada düşünmeye tahammül edemeyen zihnim bunca kaprisi çekemedi, terki diyar etti. Terk ettim ama müzik öyle bir sevda ki terk etmedi beni. Çünkü gerçek sanatın ve sanatçının değerini biliyordum. Nereden mi? Üniversite yıllarımda burs aldığım bir vakıfın üyesi olan ve maddi imkanları yetersiz, başarılı öğrencileri, müzikle buluşturan gerçek bir sanatçıyla tanıştım. Müziğin evrensel sularına, beni atan da o oldu. Minnettarım. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının Şefi, Gürer Aykal’dan bahsediyorum. Ondan önce Pazar konserleri ile ancak televizyondan dinleyebildiğim şef, Hikmet Şimşek tanıştırdı klasik müzikle beni. Ruhu şad olsun, o sözsüz müziğin alıp götüren içine çeken derinliğini çok sevdim. Ama bu kadarını yani canlısını rüyamda görsem inanmazdım. Her Pazar Ankara’yı bilenler bilir, Ulus’daki Gençlik Parkı’nın arkasında, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası vardır. İşte o orkestranın değerli şeflerinden biridir Gürer Aykal. Dünyanın tanıdığı bir şeftir kendisi benim tanıtmam abesle iştigal.
Benimki bir minnetarlık ifadesi. Gerçek bir sanatçıdır Gürer Aykal, çünkü müzik tutkusunun ve çabasının içinde egosunu damıtmıştır. Klasik müzikle temasım her Pazar, o büyük kapıdan girip, arka sıralara doğru ilerleyerek, bulduğum kuytu bir köşeye ilişip gözlerimi kapatarak başlardı. Sonrasında sözsüz bu müziğin ruhumdaki yankısını dinleyerek kendimden geçerdim. Dünyayla bir hissederdim bu geçişlerde. Kendisini dünyalar kadar sevdiğimi anlatabilseydim keşke Gürer Aykal’a. Ondandır şeflere hayranlığım. Tabii bir iki hayal kırıklığı yaşadığımı da itiraf edeyim, alkış delisi, çıkar beklentisi içinde olan sanatı sadece icraa eden ama sanatçı olmayanlardan elimi eteğimi çekmeyi öğrendim. Ama işlerine yakışanı yapanlar güzel duyguları yaşatanlardır diye düşünüyorum. Güzelliklerle buluşturan insan yabancımız olamaz. Bu müziğin sonsuz çeşitliliğini, ruhuma çektiğim beni hem sanatla hem de her türlü gösteriden, gösterişten uzak, yaşamın içinde eriyen, dağılan bu buluşmalara davet eden sanatçının yaşantısından, yaşattıklarından öğrendiklerim karşısında kelimeler kifayetsiz kalır.
***
Şimdi ki teknolojik imkanlarla, her eline mikrofonu alanın kendi kalabalığına, muhteşem sesiyle(!) şarkılar söylediğini de duydu bu kulaklar! Amma velakin cümbür cemaatin pek hoşuna gitse de sesin çıplaklığında kendini ele veren o duruluk, saflık ve eserle bütünleşen duygu geçişleri, anlam buluşlarıdır sanatı sanat yapan kanaatimce. Hatta sözsüz bir müziğin sesindedir asıl sözler. Yüksek fikirlerle, duygularla, değerlerle buluşturan anlardır müzikte aradığımız. Orada ruh bir nefes alır, taze, ılık bir bahar rüzgarı girmiş gibi hissedersiniz candan içeri. Orda can, canan, tüm evren birliktedir ve işte müziğin güzelliği tam da buradan gelir. Müzik, gösteriye ihtiyaç duymayan görünmeyenle temas eden, küçükken saran, büyüdükçe içimizdeki fay hatlarını harekete geçiren açığa çıkardığı depremin şiddetini belirleyenin bir söz demeti ya da bir melodi kisvesinde duygulara bürünerek gelen sarsıcı büyülü bir gerçeklik oluşuyla, ruha dokunuşu ve açığa çıkardığı içrek, derin izlerde, çeşitliliği, sonsuzluğu, özgürlüğü tanımamızı, görmemizi, yaşamamızı sağlayan yanıyla muhteşem bir alandır.
Müzik, cevheri, tohumları her canlı da olan kadim bir bilgeliktir.
Kalbimizin atışından, nefes alışımıza, bedenimizin deviniminden, rüzgarın eşlik ettiği, bir ağacın yapraklarının salınışına, kuşların cıvıltılarına… Tüm evrene yayılan bir çocuğun masum gülüşünde, bir yetişkinin iç çekişinde yankılanan, umudun, korkunun, öfkenin, sevincin… Dışa vurumudur müzik. Bizi düşüncelere salan bir göz, devamında bir çift söz ve nihayetinde dile gelen bir sestir müzik. Hayatımızı sorguladığımız bir yolculuktur aynı zamanda. Kendimize bile itiraf etmekten korktuğumuz ama hisseden hatta bilen tarafımız, tüm yaşanmışlıklarımızın dökümü, muhasebesi sonucu, ahları vahları, tuhlarının… yansımasıdır müzik. Ucundan bucağından yakalamak istediğimiz hızla geçen yıllara bir sanatçının, ruhuyla, eliyle ayna tutmasıdır müzik. Bizi kuşatan bu evrende yalnız olmadığımızı, bizim gibi düşünenleri, bizim gibi hissedenleri duyduğumuz yankıdır müzik. Mevlana’nın dediği gibi okyanusun içindeki bir damla, damlanın içindeki bir okyanus misali evrene yayılan ama yağmacı olmayan estetize edilmiş bir bütünlüktür müzik.
Müziğin sözleriyle, ritmiyle duygularımızın, düşüncelerimizin inip çıktığı bu dalga boyu, aralık, frekans, oluş yaşamın kendisi hatta daha ötesi değil mi? Cehennemin karanlığına, boşluğuna; cennetin aydınlığına, bereketine sahne olan eşlik edendir müzik.
3-5 dakikalık bir eserin bestesine, güftesine nasıl sığdırıyor bunca duyguyu sanat ve sanatçı bilinmez. Duygular kontrolden çıkıp yakıp yıkabilir veya üretkenliğe de yol açabilir doğması için bir eserin.
Yaşadığımız, yaşamadığımız, gördüğümüz, gömdüğümüz nice anının hazzının ve acısının ifadesidir müzik.
Müzik ruhun gıdasıdır diyerek tek cümleyle özetlediğimiz ve bunda hemfikir olduğumuz birleştirici, besleyici, iyileştirici bir güçtür müzik. Eskiden beri müzik aynı zamanda bir tedavi yol ve yöntemidir. Kötü enerjinin, hastalığa iyi gelen bir makamın eşitliğinde; akıtıldığı, insanın sesini, doğanın sesiyle buluşturan güçlü bir bağdır müzik.
Pandemide içimize çekildik müziğin canlı icraasından mahrum kaldık. Burdan ekmek yiyenlere yandık. Tesellisi doğaya dönmekti döndük. Kaynak buradaydı gördük. Kulağımızı kendi içimize de vererek bir sindirim sürecinden geçen kavrayışımızın anlayışa dönmesi için bu mola iyi geldi bir bakıma. Eski günlerimize döndüğümüzde sanatı, bu moladan edindiğimiz tüm değerlerle özlemle kucaklayacağız. En büyük sanatın doğa, en büyük sanatçının yaradan olduğunun bilinciyle alçakgönüllülükle ve nezaketle karşılayalım birbirimizi olmaz mı? O zamana kadar ruhunuzu gıdasız bırakmayın lütfen.
21 Haziran en uzun gün, dünya müzik günü ve naçizane benim doğum günüm ve pek çok canın.
Hepsi kutlu olsun.