Ertelediklerimiz… En ağır keşkelerimiz…
Selam tüm okuyuculara ve tüm olumsuzluklara rağmen hayatın güzel taraflarının hatrına yaşamı seven, yüreğinin yönünü mutluluğa çevirmiş güzel yüreklere…
***
Pandemi hayatımıza bir yıldan fazla bir süredir aniden giren, bizi sendeleten, üzen, binlerce hayatın gözümüzün önünde bitişine şahitlik yapmak zorunda bırakan, sevdiklerimizin, kendimizin her an hayata veda etme düşüncesini aklımıza getiren, belki de yüzyılımıza imzasını atan ve bu yüzden de bir çok insanın psikolojisini allak bullak eden bir salgın olarak hayatımıza girdi.
Hele ki ilk zamanlar temizlik takıntısına girenler, poşetleri çitileyenler, evin içinde dahi maskeyle eldivenle dolaşanlar, çevresiyle tamamen irtibatı kesenler, neredeyse ‘telefonla bulaşır mı’ diye telefon görüşmelerini azaltmayı bile düşünenler, ‘şampuan, sabun yetmez; çamaşır suyuyla mı yıkansam’ diye niyet edenler belki de yıkananlar…
Sonrasında ilk yasakların gevşetilmesi sırasında birden yasaklardan daha çok kendini gevşetenler…
Hadi bakalım tekrar kış boyunca yasaklarla yüzleşmek zorunda kalan bizler yani hepimiz…
Kimisi ‘saçma’ dedi, kimisi ‘yalan’, kimisi ‘komplo teorisi’ dedi, kimisiyse ‘cahilliğin daniskası’ dedi. Ama herkes bu süreci dibine kadar öyle veya böyle, inanarak veya zorunlu olarak yaşadı.
Berbat bir süreçti. Tekrarlanmaması tek dileğimizken; tek iyi tarafı hayatın ne kadar değerli olduğunu anlamamıza sebep olmasıydı.
Evet, hayat bize verilmiş bir hediyeydi ve ikinci kez verilmesi olanaksız tek ve en büyük hediye…
Doğru!
Hayatta her şey yolunda gitmeyebilir. Ki gitmez de zaten… Burda mutlu olmaya odaklı insanların tek farkı, hayatı salt güzellikleriyle kabullenmeleri değil, hayatı her haliyle güzelleştirmeyi kabullenmeleridir. Tıpkı pandemi yasaklarından sonraki bir çoğumuzun değişen hayata bakış açıları gibi… Aslına baktığımızda yasaklar sonrası hayatımıza öncekinden farklı giren şeyler olmadı. Teşbihte hata olmaz ya hani, mesele; “Allah fakiri sevindirmek istediğinde, önce eşeğini kaybettirir, sonra bulmasını sağlarmış” belki de biz de habire şikayet ettiğimiz rutin hayatımızın aslında ne kadar değerli olduğunu ve hayattaki güzellikleri görmenin sadece bizim bakışımızla alakalı olduğunu öğretti bu salgın bize…
Yeşili sadece görsellerde bakmak yerine gidip dokunmanın hissetmenin gerektiğini, ne zamandır buluşamadığın arkadaşlarını artık ertelememen gerektiğini, sokakta müzik yapanlarla beraber şarkı söylemeyi hatta dans etmeyi hep içinden geçirdiğin halde utanıp sadece göz ucuyla bakmanın anlamsızlığını, cafcaflı renkleri sevdiğin halde diğerleri ne der diye soluk renklerle geçiştirmek saçmalığını, o hep yapmak istediğin paraşüt uçuşunu, o hep gitmek istediğin yaylayı, hatta lunaparkta eğlenmeyi, gerçekleştirmeyi hep “bir gün yapacağım”lara bıraktığın hobilerini ve üzerine gitmeye cesaret edemediğin fobilerini yenmeyi artık ertelememen gerektiğini öğretti bize…
Çünkü mutlak gerçeğin; hırslarımızdan, düşmanlıklarımızdan, birileri ne derlerimizden, daha yakın ve daha mühim olduğunu öğretti bize ve erteleyecek zamanın aslında aleyhimize işlediğini…
Bu benim içinde geçerli oldu tabi ki… Ben hep bir doğa aşığıydım. Elimden geldiğince, fırsat buldukça dağa bayıra gitmek benim en büyük hobim olmuştur. Fakat bunun yanında isteyip bir türlü cesaret edemediğim, sonraya bıraktıklarım da vardı tabi… Listenin en başında ise kaya tırmanışıydı. Ben ki; lunaparkta gondol ve türevlerine bile binemeyen bir insanken, “kaya tırmanışı…”
Yok artık!
Dedim ya; bu pandemiydi belki korkularımızın anlamsızlığını bize hatırlatan, belki de hayatın düşünmemizi sağladığı fırsattı.
Her neyse sonuçta, ‘bunu denemenin vaktidir’ dedim. Ve bu fırsat bu hafta önüme çıktı. Kaçırmamalıydım. Eh tabi birazda gruptaki profesyonel dağcı arkadaşımın yanımda olacağıydı bu cesareti bana veren. Yeşil Bursa Dağcılık Spor Kulübü‘nün tam istediğim faaliyetine nihayet katılmış oldum. Üstelik bu kez benim gibi yeni deneyecek kişiler de vardı. ‘Tamamdır’ dedim, ‘yalnız değilim.’
Sabah erkenden toplanma yerinden İznik/Sarıkayalara doğru yola çıktık. Kayalar ve gölün arasında belirlenen kamp alanına gittiğimizde ise o da ne! Birileri ticari amaçlı bir kaç bungalov evler yapmış. Orda aslında yasak olmasına rağmen; yerden biraz yüksekte ve tekerlek de koyulmuşsa altına, yasak kalkıyor! Eh ne diyelim formalite de olsa tekerlek vardı altında, iki katlı dubleks evin. Tek sorun herhangi bir durumda kara yolunda bu evin nasıl gideceği… Neyse zaten yasak denilen bu bölgede, bir çok tekerlekli 100- 200 metrekare ev veya söylediğim pahalı pansiyonlardan görmek mümkün. Pahalı derken, bittiğinde geceliği 2000 TL’den kiralatacağını söyleyen sahibinin söylemi… Eee bu da malum beş yıldız statüsünü kazandırıyor bu sözde ‘tekerlekli yasal!’ pansiyonlara…
Hal böyle olunca bizim de farklı bir kamp alanı bulmamız gerekti. Ama tırmanış kayalarından da uzaklaşamazdık. Biraz aşağıda daha doğrusu kıyıda köşede bir yere kamp açmak zorunda kalsak da, önemli olan faaliyet alanına yakın olmaktı. Biraz dinlendikten sonra kulüp başkanı Sema hanım ve Kadir beyin eşliğinde kayalardan gerçekleştireceğimiz iniş için 30-35 metre yükseklikteki kayaların arka tarafından faaliyet noktasına çıktık. Trekkingci olduğum için sorun yoktu, zorlanmadım ve bu şekilde kolay olacak sandım. Maalesef pek tabi ki öyle değildi. Kayaların en üstünde iplerin bağlandığı istasyonlar kurulmuştu. Bir çok ip büyük halkalarla kayalara çakılmıştı. Kasklar takıldı, sırası gelene emniyet kemerleri takılıyor, iyice kontrol edildikten sonra kısa bilgilendirmeler verilerek kayanın arka tarafına yani uçurumun önüne alınıyor fakat biz göremiyorduk. Her inişten sonra sıradaki hazırlanıyordu ve ben hep bir arkaya geçerek zaman kazanmaya çalışıyordum.
Ama o da ne! Bir an tek kaldığımı farkettim.
Yani her türlü sıra bendeydi. Kalbim çarpmaya başladı hatta biraz da mızmızlanıp belki bıkıp bana, “Çağla sen başka bir zamana kal” demeleri için her yolu deniyordum. Ama profesyonel dağcı Sema hanım ve Kadir bey benim bu hallerimi çok da takmadı. Belli ki alışkınlardı bu durumlara. Hatta Kadir hoca başka bir halatı kendine bağlayıp, “bende yakınında olucam” diye cesaret verdi sağolsun ve oldu da…
Kayanın öbür tarafına geçtiğimde, ‘Aman Allahım!’ dik kayaların ayağımın üç santimlik tutunabildiği bir yerinde buldum kendimi ve geri dönüşü yoktu. Hocaların o andaki tüm talimatlarını unutmuştum sanki. ‘Ne yapacağım’ diye bağırıyordum. İpi aşağı yavaş yavaş bırakmam gerekiyordu ve bunu yapmaya başladığım an biraz cesaret de gelmişti.
Evet sonuçta aşağı inebilecektim. Üstelik baya da sıkı emniyet önlemleri alınmıştı. Bir an aşağı baktığımda arkadaşlarımın gülümseyerek baktıklarını görmek ayrıca rahatlatmıştı. Evet başarmıştım. İniş gayet başarılıydı. En azından bana göre… Ama asıl başarım, cesaret edemediğim korkularımla, ertelediğim içimdeki ukteyi gerçekleştirmemdi. Ve sonrasında düşündüğümde; yüzde yüz emniyet tedbirleri alındığı halde korkumun sebebi sadece içimdeki cesareti emniyete alamayışımdandı, korkularımızı kendimizin besliyor oluşumuzdandı.
Ve bu gün daha mutlu olduğumu hissediyorum… Daha cesur… İçimde eksilen bir korku var. Ayrıca gerçekleştirdiğim bir ukte ve belki de kazandığım bir hobi daha… Ve hayatı sevmeme sebep bir bahane daha…
***
Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.
(Melih Cevdet Anday)