İki Mustafa ve Takipçileri
Ülkemizi karanlığa boğan kara bulutların birçok noktasında beliren aydınlanmalar halkımızın umutlarını giderek büyütmektedir. Halkımızı kör karanlığa mahkûm eden etkenlerden biri de İslam dininin siyasete ve kirli çıkarlara alet edilmesidir. Ruhu şad olsun; Yaşar Nuri Öztürk, ülkemizin kibirli ve bencil insanlarının dine ettikleri kötülükleri onlarca kitabında anlattı. Uzun ömürleri olsun; aynı soy isimdeki Mustafa Öztürk de onca eserinde dile getirdiği gerçekleri söylemenin karşılığını sonunda yurtdışına gitmekte buldu. İki Öztürk Okyanus’undan sonra şimdi de iki Kılıç Derya’sı haleflerinin araladığı aydınlığı daha da genişletmenin çabasındalar. Biri, Türkçemizi de en doğru, en yalın, en anlaşılır haliyle kullanan ve ne yazık ki geçtiğimiz günlerde gericilerin saldırısına uğrayan Cemil Kılıç, diğeri içinden geldiği Diyanetin, ‘kendi kuruluş amacına ihanetini’ birçok yönden aydınlığa kavuşturan Suat Kılıç.
Adını andığımız iki Öztürk de iki Kılıç da iki Mustafa’nın izinden giden aydın teologlardır. Pakistan’ın milli şairi Muhammed İkbal, “İslam dinine en büyük hizmeti yapan iki Mustafa vardır; biri, dini getiren Allah’ın elçisi Muhammed Mustafa, diğeri ise bu dini, bin dört yüz yıl boyunca sokulan hurafelerden arındıran Mustafa Kemal’dir” der.
Muhammed Mustafa, İslam’ın, Allah’ın Kur’anda yer alan sorgulanmaz düşünceleri olduğunu bildirir. Kendinden ve çıkarlarından başka bir şey düşünmeyenler, onun ölümünden beri siyasallaştırdıkları İslam’ın kaynağı olan Kur’anı bir tarafa bırakıp, kendi ürettikleri değerler üzerinden iktidar olma ve çıkar elde etme mücadelesi vermektedirler. Bu tutum Türk tarihinde Selçuklu ve Osmanlı saltanatında da devam etti. Din ile aldatma edimine son veren Mustafa Kemal oldu.
Mustafa Kemal, gelişmiş aklın ve bilimin ürünü olan demokrasiye, evrensel hukuka ve sosyal yaşama dayalı Türkiye Cumhuriyetini kurdu. Ülkemiz, etnik olduğu kadar inanç bakımından da çeşitliliğe sahip olduğundan kimsenin kimseye dini tahakküm kurmamasının, devletin de bu konuda herkese eşit mesafede durmasının güvencesi olan laikliği getirdi. Dini, şarlatanların elinden alıp olması gereken yere, bireylerin vicdanına yerleştirdi. Herkes inancını doğru öğrenip özgürce yaşayabilsin diye Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu. Diyanet, herhangi bir dinin veya mezhebin propagandasını yapmayacak, dinleri ve inançları tarihsel gerçeklikleriyle halka anlatacaktı. Ayrıca yurttaşlarımız İslam’ı kendi dillerinden okuyup anlayabilsinler diye Kur’anı Türkçeye tercüme ettirdi. Böylece mağripten maşrıka Müslümanlık maskesi altında Araplaştırılan halkların aksine Türk halkının Araplaşmasının da önüne geçti.
Dünyada elli altı Müslüman ülke var. Hepsi İslam’ı birbirinden farklı yorumlamaktadır. Türk halkının ki daha çok Anadolu Müslümanlığı denen, binlerce yıllık geçmişten gelen kültürlerden damıtılmış barışçıl, birleştirici hümanizmanın Kur’anla sentezidir. Anadolu’nun dışındaki, özellikle de Ortadoğu’daki Müslümanlar, Kur’anı içerik açısından değil şeklen yorumlamaktadırlar. Bir bölümü Arapların yaşam biçimi olan Peygamberin davranışlarını, diğer bölümü de Peygamberin ailesine olan bağlılığını İslam olarak görüyor. Önce Sünni ve Şii, sonra da birbirlerinin kökünü kazımaya yeminli yüzlerce binlerce gruba bölünmüşlerdir. Irak’ta El Kaide, Afganistan’da Taliban, Suriye’de IŞİD, Afrika’da Bokoharam ve bunların türevleri, İran’da yönetimin kendisi bunlara örnek verilebilir. İşin garibi bunlar hep birbirini öldürür. Bunu da hep birlikte inandıkları Allah ve İslam adına yaptıklarını söylerler. Yaşananlar, Türkiye’nin de bu ülkelere benzetilmesinin istendiğini gösteriyor bize.
Dünyada insanların Müslümanlaşması, Araplaşması en çok emperyalizmin işine geliyor. Çünkü bir toplumu bölmenin, parçalamanın, bu parçaları birbirine düşman edip çatıştırmanın, sonra da ülkelerinin kaynaklarını sömürmenin en kolay, en geçerli aracı öteden beri din olmuştur. Müslüman olan milletler, Arapların tarih öncesinden kalma ilkel kültürünü din sanıyor. Din sandığı Arap kültürünü yaşamının merkezine alıyor. Kendi milli değerlerinden ve köklü geleneklerinden uzaklaşıyor ve Araplaşarak emperyalizmin maşası olmayı sürdürüyor. Bunlar da hayatın her alnında geri kalmalarının sebebi oluyor.
Anadolu Müslümanlığı aklın süzgecinden geçirilmiş gizemci, felsefi bir İslam yorumu olsa da yüz yıllar içinde o da Selçukludan, Osmanlıdan kalma din bezirgânlığı yapan tarikatların etkisine girmişti. Buna rağmen Mustafa Kemal’in önderliğinde Fransız Devrimi gibi bir etki yaratan büyük Türk Devrimi yapıldı. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinde vücut bulan devrim, şartlar ne olursa olsun istendiğinde emperyalizmin dize getirilebileceğini dünyaya gösterdi. Bu yönüyle dünyadaki bütün mazlum halklara da örnek oldu.
Şimdi, Atatürk’ün ölümünden sonra neden laik Türkiye’nin emperyalizmin ve onun kullanışlı çevreleri tarafından kuşatıldığını anlamak zor olmasa gerek. Atatürk’ün vakitsiz ölümü, Cumhuriyet Devrimlerinin Türk toplumunun yaşamına bütünüyle yerleşmesini yavaşlattı. Halkı aydınlatacak ve refaha kavuşturacak devrimler öksüz kaldı. En kötüsü de emperyalizmin işbirliği yaptığı siyasi iktidarların ve onların kanatları altında palazlandırılan tarikat, cemaat gibi gerici çevrelerin devreye sokulmasıydı. Olan, halka oldu. Devrimlerin önemini anlamakta güçlük çeken halk, kendisini aldatarak aklını ve iradesini teslim alan siyasi iktidarlara ve tarikatlara itiraz edemedi.
Oysa laik Türk demokrasisi ve onun bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, tam da bunlara meydan vermemesi için vardı. Ancak kör topal da olsa ülkenin demokrasisi önce sulandırıldı sonra rafa kaldırıldı. Cumhuriyet karşıtlarının fazlasıyla istihdam edildiği Diyanet, siyasal İslamcı iktidarların propaganda ordusuna dönüştürüldü. Neticede bir barış ve huzur dini olan İslam, Türkiye’de de halktan yetki almış ihtiras sahibi kişi ve grupların elinde çıkar ve iktidar aracı haline geldi.
Gezi olaylarında, Bezmialem Valide Sultan Camisine sığınan direnişçilere atılan iftiraları onaylamayan müezzin Fuat Yıldırım’ın tutumu ile Diyanetin foyasını ortaya döken imam Suat Kılıç’ın sözleri, yaklaşık yüz kırk bin personeli bulunan Diyanetin bütün yaptıklarından daha iyi bir izlenim bırakmıştır halkta. Görev ve sorumluluğunu bırakıp iktidarın trollüğüne soyunmuş Diyanet, bu haliyle Türkiye’nin sırtında ağır bir yüktür. Ne mutlu ki Muhammed Mustafa’nın ve Mustafa Kemal’in yolundan giden mümin, yurtsever teologlar var.
- Önder Gümüş/30 Mart 2023