LAYIK OLMA
Arapça ‘lyk’ kökünden gelen liyakat sözcüğü ‘layık olma’ anlamına geliyor. Biraz daha Türkçeleştirirsek ‘yakışmak’, ‘yaraşmak’ veya ‘uygun olmak’ diyebiliriz. Ağabeyciliğin, adam kayırmanın, tanıdığın zıttıdır liyakat. Ahlaklı ve endüstriyelleşmiş toplumda makam ve göreve teknik ihtiyaçlara göre hak eden kişinin bulunmasıdır. Meritokrasinin dayanağıdır. Bu kelimeyi kullanabilmek için bile liyakat aranmalıdır. Bir yerlerde bize şu atasözünü hatırlatıyor desem sanırım yeri var; ”Adam, hacı mı olur gitmekle Mekke’ye? Eşek, evliya mı olur taş çekmekle tekkeye?”
Ünlü sosyolog Melvin Tumin’in ifadesine göre; meritokrasi, toplum içerisinde bireylerin yetenekleri ölçüsünde rol alma durumudur. İngiltere merkezli meritokrasi partisi beş maddeden oluşan bir manifesto hazırlamıştır ve bu maddeler şöyledir:
- Kayırmacılık yoktur. Ailenizin değil, sizin kim olduğunuz önemlidir.
- Yandaşçılık yoktur. Başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir.
- Ayrımcılık yoktur. Cinsiyet, ırk, din, yaş önemsizdir.
- Eşit imkanlar. Herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz.
- Tatminkar erdemler. En başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.
Bir başka ifadeyle: Platon’a göre yansıma bilginin en alt düzeyidir. Yansıma, madde dışı oluşu sebebiyle başka bir bilgi düzeyinde yer alır. Düşünceyi algılanabilir olandan kurtarmaya, neticeden öze dönmeyi davet eder.
Yansıma, bilgeyi mağaradan çıkarmaya çalışan gölgeler gibi bir göz aldanması değil; bir emare, dolaylı bir işaret, gizlenmiş olan şeylerin belirmesi, görünüşten çok ortaya çıkma durumudur.
Platon, insanın özünü oluşturan ruhuna özen göstermesi gerektiğini izhar ederken, ruhun kendini göremeyeceğini ve kendisini tanıyabilmesi için bir yansımaya ihtiyaç duyacağını söyler. Kendini silmekten değil bilmekten yana olanlar bilirler ki; kendini tanımak, kendini anlamak ve kendini bilmek için kendini görmek icap eder. Lakin göz, gören olduğu halde kendini göremez.
Göz gibi kendini görme arzusu ve bilme iştiyakı ile tefekkür ateşinin kırmızı boyutunda karar kılmış olan kimseler, görünebilenler dünyasında görünemezleri görme, tanıma ve bilmeye mucib gerçeği söyleyen aynalara muhtaçtır. Bu aynalar; Platon’a göre, kendi gözünü ve ruhunu gerçek, doğru ve aslında sadık göstererek bir ayna gibi sunan bir aşık aynasıdır.
St. Augustinus, insanın muhtaç olduğu aynanın kutsal metinler olduğunu söyler. Kendisine, kendisi için vahyedilmiş Tanrı kelamlarının aynasından bakan, Tanrı’nın ihtişamı karşısında kendi sefaletini görür. O aynadan yansıyan ışık, ayna karşısında durana ne olduğunu gösterecektir. Bir manası itibariyle de ayna karşısında zilletin ne idüğünü idrak eden kişi, suretinde gördüğü lekelerden kendini beğenmeyecek ve güzelleştirmeye çalışacaktır. İşte bu çaba, liyakat hissinden ileri gelmektedir.
Sokrates,insanların aynaya bakmasını salık verir. İnsan, sahih, gerçek, doğru ve aslına sadık bir aynada kendisini güzel görüyorsa ve bu ayna tarafından güzel gösteriliyorsa bu güzelliğe layık olup olmadığı sorgulanmalıdır. Aynı şekilde bu ayna üzerinde tecelli eden görüntü çirkin ise, kendilerini çirkin görüyorsa bu çirkinlikten kaynaklanan dezavantajı eğitim yoluyla gizlemeye çalışıp çalışmadıklarını sorgulamalı ve bu yolda çaba göstermelidirler. Ona göre kendisini gösteren, tanıtan ve bildiren bu ayna, insanların kendilerine uluhiyet atfetmemeleri, kibirlenmemelerini, hadlerini bilmelerini ve daima kendilerini yetkinleştirmelerini ister.
Liyakat, insan, gerek kutsal metinler aynasında kendini görerek Allah’a ve O’nun dünya üzerinde insanlığa sunduğu nimetlerin değerini bilme; gerekse hiçbir dünyevi menfaat taşımadan kalbini ellerinde sunan aşık ve dostların aynasında kendini görerek bu, “gerçek, doğru ve aslına sadık” bir şekilde gören ve gösteren aynada gördüğü güzellikler karşısında bu güzelliklere layık olma hissi görülen çirkinlik, fenalıkları da gösterme azmi ve gayreti olarak tanımlanabilir.