Namus cinayeti
Derin bir nefes alıyorum, göz kapaklarım gözyaşlarımı yüzüme doğru ittiriyor ben farkında olmadan. Önümde sarı saçları kızıla boyanmış, yüzündeki nuru hala kaybolmamış bir kız yatıyor, namus cinayeti diyorlar. İçinde namus olan her şeyin temiz olduğu düşüncesi adaletsizlik mi getiriyor yoksa? Oysa ki kızımız sadece sevmek istemişti, gerçekten sevmek. Abisi yanına geliyor, soğuk ellerini öpüyor kızımızın. Sarhoşluğun iksiri ile az önce yaşananları hatırlamıyor mu acaba?
Birkaç takım elbiseli adam yanımıza yanaşıyor ve abiyi bir arabaya bindiriyorlar. Duyamıyorum onları ama geçmişe baktıkça tahmin ediyorum ki abiye bir takım elbise vermeyi teklif ediyorlar. Böylece bir tutsak olmadan hayatına devam edebilir, böylece insanlığa bir hakaret simgesi değil bir günah temizleyici olarak sergilenebilir. İnsanlar fısıldıyorlar; kızın bir suçu yoktu, tanırdım ben onu, kalbi temizdi. Fakat kimse bağıramıyor çünkü asıl haksızlar zincirlenmedikçe halkın prangaları daha da ağırlaşır.
Nefret talihsizlerin attığı bir yardım çığlığıdır aslında. Aşkı tanıyamamak, sevdiğinin saçını okşayamamak, kulaklarınla sevgilinin kalp atışını hissedememek doğurur nefreti.
Ve nefret bir salgındır, korkunç bir salgın…
Siz bir salgını ne kadar görmezden gelirseniz insanlar o kadar hastalanır ve tüm o takım elbiseliler sizi iyileştireceklerini söylerler. Oysa ki yaptıkları tek şey hastalığınızın belirtilerini bir kumaş parçasıyla örtmektir.
İlacımızı kim bulacak peki?
Hastalıklı bir dünyayı normalize etmiş bir halkın çocukları mı?
Hayır…
Adalet binaları halkın önünden geçmek istemediği bir yer olmaya devam ettikçe; ne bu dünya öksürmeyi bırakacak, ne de takım elbiseliler yalan ilaçlar dağıtmayı.