Ne Yeni Osmanlıcılık, ne de Neo Kemalizm
Yirmi birinci yüzyılda dünya sürekli dönerek bir yerlere doğru giderken, yeryüzünün üzerinde yaşamını sürdürmeye çalışan insanlık da bu doğrultuda kendine yeni bir dünya düzeni kurmaya çaba göstermektedir. Bu doğrultuda, bütün devletler dünya haritasındaki yerlerine bakarak değişen koşullar çerçevesinde var oldukları jeopolitik konumu daha da güçlendirmeye yönelirlerken, her devlet önce kendi ülkesinde, daha sonra içinde bulunduğu bölge üzerinde ve de uluslararası konjonktürün dönüşümü içinde kendilerine daha güçlü bir yer edinmeye çalışmaktadırlar. Her devlet kendi yapısını düzelterek reformlar aracılığı ile daha güçlü bir konuma ulaşabilmek için uğraşırken, dünya haritası üzerinde bulunan diğer devletler de, benzeri mücadelelere kalkışarak devletlerarası yarışı öne geçerek kazanabilmenin yollarını aramaktadırlar. Bu doğrultuda her devlet yeni bir yapılanma modeli geliştirirken, diğer devletlerden ve komşu ülkelerden farklı bir plan ya da program ile dünya kamuoyunun önüne çıkmakta ve kendisini yenileme doğrultusundaki hazırlıklarını uygulama alanına getirerek, rakip devletler önünde yeni dönemin koşullarına uygun bir biçimde yenilenen dünya düzeni içinde, hak ettikleri yerlerini alabilmenin kavgasını vermektedirler. Hiçbir devlet yok olmayı ya da haritadan silinmeyi kabul etmeyeceği için, hepsi var olabilmenin ve sonsuza kadar varlığını sürdürebilmenin arayışı içinde kendi mücadelelerini sürdürmektedirler. Bugünün dünyasında geçmişten gelerek önümüze çıkan bu devletlerarası rekabet ve daha güçlü olma yarışı , geleceğe doğru sonu belli olmayan bir süreç ile insanlık alemini karşı karşıya getirmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına doğru emin adımlarla yoluna devam ederken değişen koşullarda önce var olabilmenin, daha sonra da daha güçlenerek harita üzerindeki jeopolitik konumunu daha da kuvvetlendirebilmenin çabası içinde olmuştur. İki kutuplu dünya düzeninin sona ermesiyle birlikte yer küre tek merkezli bir dünya arayışı içine girmesine rağmen, bu doğrultuda ciddi bir sonuç alınamamıştır. Her türlü emperyal plan ve programa rağmen tek merkezli bir dünya düzeni gerçekleştirilememiş, siyasal dönüşüm bu çizginin tamamen tersi bir yönde çok merkezli bir dünya düzenine yönelik bir çizgide gelişmeye başlamıştır. İki kutuplu dünya düzeni çökerken, doğu bloku içinde var olan geri kalmış ülkeler darmadağın olurken, batı bloku içindeki devletler uluslararası kuruluşlar üzerinden birlik ve beraberliklerini koruyarak yola devam edebilmenin arayışı içinde olmuşlardır. İki büyük dünya savaşı sonrası dönemde varlığını koruyan batı bloku, geçmişten gelen hak ve özgürlükler arayışı içinde dünyanın batı merkezli yeni bir düzene doğru yönlendirilmesine daha yakın durarak tek kutuplu dünya çalışmalarını geliştirmek istemiştir. Ne var ki, batı dünyasının içinde yer alan büyük devletler zamanla kendi içlerinde siyasal çekişmelere sürüklendiklerinden dolayı, ABD öncülüğünde bir tek merkezli yeni dünya düzeni kurulamamıştır. Batının önde gelen büyük devletleri eski güçlerinden aldıkları destek ile yeni dünya düzeni içinde daha güçlü olabilmeye heveslenirken, diğer devletlerin kendileri için geliştirdikleri yeni ülkesel, bölgesel ve küresel projeler çarpışmaya başlamıştır. Beş kıta üzerine kurulu bulunan dünya coğrafyasında yer alan bütün bölgeler bu doğrultuda, büyük devletlerin bölgeselleşme planları ile karşılaşmıştır. Büyük devletlerin kendi bölgelerine yönelik hegemonya girişimleri her bölge için yeniden yapılanma arayışlarını getirmiştir. Coğrafi bölgeler için planlar geliştirilirken, tüm bölgeleri içine alacak yeni bir dünya düzeni girişimi de uluslararası alanda gelişerek bugüne kadar gelmiştir. Böylesine çift yönlü bir süreç yaşanırken, dünya hem bölgesel hem de küresel projeler ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Yeni bir yüzyılın ilk yılları geride kalırken, insanlık küresel ve bölgesel planlar üzerinde halen bir anlaşma sağlayamamıştır. Ortak bir rıza üzerinden ilkesel anlaşma olmayınca, halen bu tür çekişmeler devam etmektedir.
Her türlü siyasal çekişme ve çatışmaları ile dünya yoluna bugün devam ederken ,büyük devletlerin ve küresel merkezlerin yeni yeni bazı düşünce ve projeleri gündeme alarak, yeni projeler için bir gerçekleşme ortamı oluşturmaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Böylesine bir durumda küçük ve orta boy devletler kendi varlıklarını korumaya çalışırken, büyük devletler küçük ve orta boy devletler üzerinde emperyalist baskılar kurmakta ve bu doğrultuda yönlendirmeler gündeme getirmektedirler Büyük ülkeler sahip oldukları ekonomik gücü sermaye birikimleriyle destekleyerek, kendi çıkarları çizgisinde bir yeni yapılanma ortaya çıkarmak istemektedirler. Bu süreçte Türkiye’de bir devlet olarak benzeri durumlarla karşılaşmakta ve bu nedenle de dışarıdan emperyal merkezlerin geliştirdiği politik dayatmalara karşı çıkan bir tepki kendiliğinden toplumun içinde gelişmektedir. Emperyalist plan ve projeler Türkiye’nin varlığını ve devlet modelini tehdit ettiği bu aşamada, diğer devletler gibi Türkiye Cumhuriyeti de hem kendisini tehditlere karşı korumak, hem de kendisinin merkezinde yer aldığı siyasal yapı ve devletin kuruluş modelinden gelen yansımalar doğrultusunda, içinde bulunduğu bölgenin özelliklerine uygun olacak bir biçimlenme dönemine girmektedir. Dünyanın merkezi coğrafyasının yeniden yapılandırılması, Türkiye’nin de değişimini gündeme getirdiği için bu noktada iç ve dış yeni senaryoların belirli projeler olarak öne çıkartıldığı göze çarpmaktadır. Türkiye içinde bulunduğu bölge için kendisinin merkezinde yer aldığı ve kuruluş modeline uygun bir güçlenme sağlayacak bazı projeleri bir anlamda varlığını güvence altına alacak yedek B planları biçiminde gündeme getirirken, dünyayı sömürgeleştirmiş olan batının emperyal merkezlerinden böylesine bir dönüşümü önlemek üzere, farklı plan ve projelerin zamanla ortaya çıkarılarak Türk milletine ve devletine dışarıdan dayatmalarla gerçekleştirilmesine çalışılmaktadır.
Bölgede geçmişte yedi asırlık bir zaman dilimi içinde var olan Osmanlı İmparatorluğu yapısını esas alan yaklaşımlar, Yeni Osmanlıcılık olarak benimsetilmeye çalışılırken merkezi coğrafyanın geleceğe dönük yeniden biçimlenmesi ancak Osmanlı dönemindeki koşullara uygun bir yapılanma ile mümkün olabileceği dile getirilmektedir. Küreselleşme döneminde fazlasıyla ortaya çıkan çeşitli sorunların önlenebilmesi için, Yeni Osmanlıcılık akımının çözüm olabileceği bazı batı ülkeleri ve de bölgedeki İslam ülkeleri aracılığı ile dile getirilerek, merkezi alandaki yeni yapılanmanın bu doğrultuda ele alınması gerektiği savunulmaktadır. Batılı siyaset bilimciler ya da sosyologlar bu tür yaklaşımlar geliştirirken geçmişten alınan dersleri dile getirerek, Türk kamuoyunu bu doğrultuda biçimlendirebilmenin çabalarını göstermektedirler. Fransız asıllı siyaset sosyoloğu François Georgeon, Türkiye’nin içine sürüklendiği çıkmazdan ancak önümüzdeki dönemde Yeni Osmanlıcılık siyasetine yönelerek çıkabileceğini ifade ederken, Osmanlı döneminden geride kalan çok önemli özelliklerin ve koşulların merkezi alanda hala etkilerini sürdürdüğünü, bu yüzden de Osmanlı döneminden gelen siyasal birikimi dikkate almadan merkezi bölgede yapılabilecek değişikliklerin eksik kalabileceğini ifade etmiştir. Üç kıta arasında üç yarımada üzerinde kurulu bulunan Osmanlı imparatorluğunun kendine özgü bir uygarlık geliştirdiğini, bu nedenle de Orta Doğu’da yeni bir uygarlık arayışına girildiği bir aşamada, bu bölgede Yeniden Osmanlıcılık akımının önem kazandığını ifade etmektedir. Bugünkü Türkiye’nin yüz yıl önce ortaya çıkmasına neden olan değişimin biçimlenmesinde, Yeni Osmanlıcılık akımının geçmişin birikiminin bugünlere yansıması açısından önem taşıdığı, Georgeon ve benzeri bilim adamları tarafından bugün tekrar tartışma alanına getirilmektedir. Fransız bilim adamı bu konudaki düşüncelerini açıklarken, Türk modernleşmesinin arkasında Osmanlı döneminde yapılan yeniliklerin önemli ölçüde etkili olduğunu vurgulayarak bugüne bakışlar yapmaktadır. Osmanlı imparatorluğu ve Türk devletinin aynı coğrafyada kurulduğunu, bu nedenle aynı jeopolitik konumun her iki devlet yapısı içinde benzer yansımalar yaratarak, aynı çizgide bir yapılanmanın ortaya çıkmasında Osmanlı ve Türk modernleşme hareketlerinin birbirini etkileyerek zamanla bir siyasal ve kültürel sentezin gündeme geldiğini vurgulamıştır. Bu açıdan Georgeon aslında Türk devletinin Osmanlı imparatorluğunun devamı olarak Türk imparatorluğu olduğunu ve değişen koşullar yüzünden Osmanlı döneminden Türk dönemine geçildiğini açıkça dile getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu sırasında bir ulus devlet olma iddiası ile yeni bir devletin kurulduğunu, ama iki devlet üzerine kapsamlı çalışmalar yapıldığı zaman Türkiye Cumhuriyetinin kurulu bulunduğu topraklar üzerinde eski Osmanlı döneminden kalma merkezi konumunu koruduğu gibi bir görüşün geçerli olduğunu, bu nedenle Türk devleti döneminde ülkenin Osmanlı geçmişi inkar edilemeyerek Yeni Osmanlıcılık başlığı altında Osmanlı döneminde gelme siyasal ve kültürel birikimin değerlendirilmesi gerektiğini François Georgeon bugünün koşullarında dile getirmektedir. Hazar bölgesinden gelen göçlerle ABD’de bir Hazar lobisi oluşturan siyasal yapılanmanın, Türkiye’deki örgütlenmesi içinde öne çıkan bir televizyon kanalına her ay bir Avrupalı bilim adamını davet ederek Türkiye’nin İslamcı bloka doğru sürüklenmesini önlemeye çalışan bu lobi Avrupa ve Asya kıtaları arasındaki köprü konumunu dikkate alan önemli siyasal programlar yapmaktadırlar. Amerika merkezli küresel güçlerin baskılarıyla ılımlı İslam politikalarına yönlendirilmiş olan Türkiye Cumhuriyetinin, İslam dünyasının tam ortalarındaki konumu ile laik devlet olma kimliğini korumak için, ilgili kesimin basın ve medya organları yoğun çalışmalar yaparken, Hazar lobisinin Avrupalı düşünürleri ve kendi alanında otorite olmuş bilim adamlarını kullanarak, Türk kamuoyunu etkilemeye çalıştığı açıkça görülmektedir. İkinci dünya savaşı sonrasında ABD etkisi altına girmiş olan Türkiye’nin Müslüman toplum tabanı ile laik devletini birlikte yaşatabilmek çabalarına katkı sağlamak doğrultusunda Hazar lobisinin Avrupa birikimini Türk toplumuna yansıtarak, kendi açısından bir denge sağlama çabası içinde olduğu görülmektedir. Hazar kökenlilerinin çıkış noktaları Hazar bölgesi olduğu için, tümüyle Avrupa ya da Orta Doğu çıkışlı yeni yapılanma çalışmalarına bu kesim karşı çıkarak geleceğin dünyasında, Hazar bölgesinden gelen siyasal birikimin de dikkate alınarak eski dengelerin korunması gerektiğini medya aracılığı ile dile getirmektedirler. ABD-İsrail çizgisinde baskı altına alınmış olan bir toplumda, geleceğe dönük Hazar mirasının da dikkate alınmasını, Avrupalı bilim adamlarını kendi medya organlarında konuk eden kuzeydeki lobi uzaktan yönlendirmektedir.
Yeni dönemde bir Avrasya oluşumu ile karşı karşıya gelen Türkiye Cumhuriyeti ,bölge nüfus yapısının büyük oranda Türk devletlerinin Türki kökenli halk tabanları ile meydana gelmesi nedeniyle Türkçülük akımlarına önem vermesi gerekirken, ABD ve İsrail destekli bir ılımlı İslam projesi doğrultusunda, Türkiye’nin Türk devletini yöneten son dönem iktidarları sürekli olarak sırtlarını Türk dünyasına dönerek ve ılımlı İslamın gerekleri doğrultusunda Orta Doğu bölgesine odaklanarak, Türk dünyasından uzakta kalarak, yeni dönemin siyasetleri Türkiye’de gündeme getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin Sovyetler Birliği sonrasında açıklığa kavuşan Türk dünyasına yönelmesi gerekirken, İslam coğrafyası ortasında laik devlet yapısı ile ılımlı İslama yöneltilen bir merkezi devlet olarak ABD ve İsrail ikilisi tarafından kullanılmaya çalışılması, Türk devletini önemli handikaplarla karşı karşıya getirmiştir. Bağımsızlığına kavuşmuş bir Türk dünyasının yanı başında yer alan Türkiye Cumhuriyetinin Türk dünyası ile kucaklaşacağına, İslam dünyası ile yakınlaştırılmaya çalışılması, İsrail’in ABD’ye kabul ettirdiği Ilımlı İslam politikasının yarattığı çelişkiler olarak öne çıkmıştır. Türkiye’deki ılımlı İslam iktidarı İslam dünyasına yakınlaştıkça, Türk dünyasından uzaklaşmış ve devletin kuruluş aşamasında kimliği olarak belirlenen Türklük olgusundan çok uzakta kalarak, kimliksiz bir merkezi devlet konumuyla İslamcı politikalar üzerinden orta dünyada tıpkı Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi, Orta Doğu Birleşik Devletleri oluşumuna doğru, gelecekte parçalanacak komşu devletlerden ortaya çıkacak küçük eyalet devletleriyle, bölgesel federasyon oluşumuna gidilirken Türkiye Cumhuriyetinin sahip olduğu milli kimliği ile Türk dünyası ile kucaklaşması önlenmekte, bölgedeki İsrail’in kurulmasıyla başlamış olan federasyon projelerine Türkiye’nin alet olması, ABD baskılarıyla birlikte sonuçlandırılmaya çalışılmaktadır. Böylece milli kimliği Türk olan bir Türk devletinin, doğu komşuları olarak öne çıkmış olan Türk dünyası ile bütünleşmesi önlenmekte, İslam dünyasının tam ortasında başka bir din kimliği ile kurulmuş olan bu küçük devletin yalnızlığı, yapayalnız kurulmuş olan İsrail’in konumunu kurtarmak üzere, Türkiye kendisinin de parçalanmasına neden olacak yönde, Orta Doğu’da çok uluslu bir federasyon yapılanmasına doğru zorlanmaktadır.
Sovyetler Birliği kurulurken engellenen Türk dünyasının birliği ve bütünlüğü oluşumu, bu birliğin dağılması sonrasında yeniden gündeme gelirken, Türkiye’nin önünün ABD-İsrail ikilisi ile birlikte Yahudi asıllı patronların kontrolü altındaki küresel şirketler tarafından kesildiği ve Türk dünyası ile Türk kimliği üzerinden bir bütünleşme sürecinin başlatılması gerekirken, ABD ve İsrail ikilisinin çıkarları doğrultusunda ılımlı İslam politikaları üzerinden Türkiye’nin laik devlet yapısı ile katı İslamcı gidişe karşı, İsrail için bir şemsiye olarak kullanılmak üzere yeni dönemde Orta Doğu federasyonu kurulmaya çalışılmıştır. Türk devletinin çok uluslu bir Orta Doğu yapılanması için Irak ve Suriye savaşları aracılığı ile merkezi alana çekildiği görülmüştür. Küçük İsrail’i kurtaracak Büyük İsrail projesini gerçekleştirmek üzere, Türkiye kendisini de parçalayacak ve eyaletler üzerinden bölgesel federasyonunun içine çekecek, Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail isimli bölgesel federasyon projelerinin yönünde, Türk devleti gerçek kimliğinin içinde bulunduğu Türk dünyasına sırtını dönerek fazlasıyla uzaklaştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Türk dünyasından uzaklaştıkça Türk devletinin kimliği fazlasıyla tartışılmaya başlanmış, devletin adında ya da kimliğinde “Türk” kavramı yokmuş gibi hareket edilmeye başlanmıştır. Kimileri alt kimlikleri hortlatarak Türklüğü ortadan kaldırmaya, bazıları da Türklüğü ezerek yok etmeye doğru yönelirken, Türkiye’nin ülkesi yabancı bölgesel federasyon planları doğrultusunda eyalet ve şehir devletlerinin içinde birlikte yer alacakları bir bölgesel federasyona doğru, küresel emperyalizmin hazırladığı yapısal değişiklikler çizgisinde yönlendirilmeye başlanmıştır. Merkezi alanda Türkiye ya da İran gibi ülkelerin kendi düzenlerini kurmaları engellenirken, bölge devletlerinin alt kimlikler aracılığı ile parçalanarak, ortaya çıkacak yeni eyalet devletleriyle ABD-İsrail ikilisinin yeni federasyon projesi kurulmaya çalışılmıştır. Böylesine bir bölgesel oluşum için, Türkiye Türk dünyasına uzak tutulmuş ve Avrupa Birliğine alınmamıştır.
Birinci dünya savaşı sırasında yeni bir dünya düzeni kurulurken, Türk dünyası Rusya aracılığı ile Sovyetler Birliği’nin egemenliğine terk edilmiş ve Türk devleti batı dünyasının ileri karakolu haline getirilerek sosyalist sistemin sınır bekçisi konumunda kullanılmıştır. Türk devleti Türk dünyasından ayrı tutularak ve batı blokunun doğu kapısı konumuna getirilerek, merkezi alandaki siyasal dengelerde bir batılı güç konumunda kullanılmaya çalışılmıştır. Jeopolitik biliminin ortaya koyduğu veriler doğrultusunda Slavlar, Hintliler ve Çinliler’in büyük imparatorluk devletleri çatısı altında bir arada yaşamalarına izin verilirken, yeryüzü haritası üzerinde yaşamaya çalışan Türk topluluklarının ortak bir çatı altında bir Türk imparatorluğu statüsünde büyük bir birliktelik kurmalarına izin verilmemiştir. Muhtemel bir üçüncü dünya savaşı senaryosu doğrultusunda geliştirilen orta dünya plan ve projelerinde büyük Türk Birliği projesi belirsiz bir geleceğe doğru ertelenirken, ABD ve İsrail ikilisinin planları doğrultusunda Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail projelerinin önü açılmış ama Büyük Türkiye adını alacak bir Büyük Türk Birliği’nin önü doğu, güneydoğu ve de doğu Karadeniz bölgelerinde yer alacak farklı din ve etnik kimlikler üzerinden eyalet devletleri oluşturma projesi ile kesilmeye çalışılmıştır. Türk Birliği önlenirken, ülkedeki milli potansiyel ve bunların örgütleri Yeni Osmanlıcılık düşünceleri ile oyalanmaya çalışılmıştır. Tarihte kalmış eski koşulların ürünü olan bir Osmanlı devletinin yeniden kurulacağı görüşleri ile merkezi coğrafyada Türkiye merkezli bir büyük birliktelik ya da Büyük Türk Birliğine giden yollar engellenmiştir. İkinci dünya savaşı sonrasında kurulan İsrail devletinin merkezi alana yerleşmesiyle, Türklük olgusu ve Türkçülük akımları durgunluk ortamına doğru kaydırılırken, bunların yerine Yeni Osmanlıcılık adı altında Osmanlı döneminden kalma özlemler siyaset sahnesinde bir amaç ya da hedef olarak ortaya konularak, Türklük çizgisinde geleceğe hazırlanması gereken Türk asıllı topluluklar, yeniden Osmanlıcılık hayallerine doğru yönlendirilmiştir. ABD ve İsrail ikilisi Yeni Osmanlıcılık kavramını kullanarak eskiden kalma Osmanlı ülkelerinin tamamını merkezi federasyon çatısı altında Büyük İsrail olarak bir araya getirebilmenin çabası içinde olmuşlardır. Bu doğrultuda Türkiye’yi İsrail’in de içinde yer aldığı eski Osmanlı ülkeleriyle birlikte ortak bir bölge devletine doğru zorlarlarken, Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun Türk asıllı kavim ve boylardan geldiklerini unutmuşlardır.
Rusya Federasyonu devlet başkanlığı baş danışmanı Aleksandr Dugin geçenlerde yayımladığı makalesinde bugünün gerçekleri karşısında Yeni Osmanlıcılık akımını incelerken, günümüz ılımlı İslamcı iktidarının eskiden Türk dünyasına fazlasıyla uzak dururken, bugünün koşullarında Afganistan sorununun öne çıkmasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyetinin önemli bir tavır değişikliğine giderek yeni dönemde Türk dünyasına yakın dururken, geçmişten gelen bir Yeni Osmanlıcılık politikasına yönelmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Soğuk savaş yıllarında batılı gizli servisler tarafında Sovyetler Birliğine karşı desteklenen Pan-Türkizm akımının, son dönemlerde Büyük İsrail projesi için yeniden canlandırılmaya çalışılan Yeni Osmanlıcılık girişimleri aracılığı ile eski hızını kaybettiği görülmektedir. Türk dünyası ile büyük bir birliğe gidebilecek Pan-Türkizm akımı ile Yeni -Osmanlıcılık akımı karşılaştırılırsa, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi etnik kimliklerin dışlanarak ikinci plana itildiği ama bunun yerine sürekli olarak Hristıyan Avrupa ile savaşarak canlı tutulan bir İslam kimliğinin ,Yeni-Osmanlıcılık akımı aracılığı ile öne çıkarılarak Türk kimliği ve Türkçülük akımının devre dışı bırakılması olarak göze çarpmaktadır. Batı emperyalizmi Türkiye’yi sürekli olarak Rusya’ya karşı kullandığı için Türkçülük akımının yeniden canlandırılması girişimleri etkin olamayarak, siyasal gündemin gerisinde kalmıştır. Dugin son yazdığı makalesinde Batının eskisi gibi Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getiremeyeceğini, 15 Temmuz olayı ile de batının Türkiye’deki ılımlı islam iktidarını hedef alarak yıkmak istemesi karşısında, Rusya’nın zaman zaman Türkiye’yi desteklediğini ifade etmektedir. Rusya’nın bu aşamada ABD emperyalizminin önünü keserek tek kutuplu faşist bir dünya düzeni oluşumunu engellemeye çalıştığını öne süren Dugin bir jeopolitik uzmanı olarak, Türkiye’nin artık NATO’cu politikalara son vermesi gerektiğini de önemle vurgulamıştır. Ona göre Türkiye yeni dönemde emperyalizm yapmamak için Yeni Osmanlıcılık ile Türk dünyasına ya da Orta Asya bölgesine gidemez. Yeni dönemde Müslüman kimlikli Yeni Osmanlıcılık değil ama Rusya’nın uyguladığı Rus Avrasyacılığı’na benzer bir biçimde Türk Avrasyacılığı’nın uygulanması gerekmektedir. Türkiye özel bir önemle değil ama diğer dünya ülkeleri ile ortak hareket ettiği gibi normal bir davranış içinde olursa, o zaman Türk devletleri ile daha yakın ilişkiler kurabilir. Rus emperyalizminin temsilcisi olan Dugin, Türkiye’nin emperyalizme yönelmemesini ve Rusya ile karşı karşıya gelmeden yeni bir Avrasya stratejisi izlemesi gerektiğini söyleyerek Rus emperyalizminin temsilciliğini sürdürmektedir.
Georgeon isimli bilim adamı Türkiye’nin eski Osmanlı devletinin mirasçısı olarak büyük bir birikimi teslim aldığını ve bu nedenle Türkiye’nin bir ulus devlet değil ama bir ulus imparatorluğu olduğunu ileri sürmektedir. Rusya, Çin ve Hint yarımadasında olduğu gibi Anadolu yarımadasında da çeşitli halkların temsilcileri bir araya geldiği için Türkiye için de bir ulus imparatorluğu adının kullanılması söz konusu olabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Türk kimliğini esas alan bir ulus devlet olmasına karşılık, Osmanlı döneminden gelen bir çok farklı kimlikte insanın aynı ülkede toplanması ile uluslaşma süreci tamamlanamamış ve bu yüzden de Türk devleti tam anlamıyla ulus devlet konumuna gelememiştir. Bütün dünyada küresel şirketler ulus devletlere karşı girişimleri örgütledikleri için ulus devletlerin hem uluslaşma süreçleri tamamlanamamış, hem de bu devletlerin güçlenmeleri küresel şirketler aracılığı ile ekonomi üzerinden önlenmiştir. Küreselleşme dönemi ile birlikte bütün ulus devletler bazı sosyal, ekonomik ve siyasal krizlere sürüklenmiştir. Küresel ekonomilerin ulus devletleri sarsması yüzünden, bir çok yoksul ülke vatandaşı yollara dökülerek zengin ülkelere doğru göç hareketine yönelince, ulus devletlerin ulusal bütünlükleri bozulmuş ve dışarı giden göçmenler hem kendi uluslarının bütünlüğünü bozmuşlar hem de gittikleri zengin ülkelerin ulusal toplum yapılarını da çok kültürlü yapılanmaya sürükleyerek, ulus devletlerin insan unsuru olan ulusal toplumları parçalamasına giden yolu açmışlardır. Afrika’nın yoksulları göç ederken kendi ulusal yapılarını bozdukları gibi aynı zamanda Avrupa’nın ulus devletlerini de tehdit ederek çağdaş ulus devlet modelinin ortadan kalkmasına yardımcı olmaktadırlar. Balkan ve Kafkas bölgelerinde yaşanan azınlık sorunları tarihsel süreç içinde Türk dünyası ile birlikte Türkiye Cumhuriyetinin ulusal bütünlüğünü fazlasıyla bozarak, ülke birliğini tehdit etmiştir.
Yeni Osmanlıcılık akımı Türkiye’nin ve Türk dünyasının sorunlarını çözmede yetersiz kalmıştır, çünkü Osmanlı devletinin yıkılışını önlemek üzere önce Osmanlı aydınları Osmanlıcılık ilkesi ile Osmanlı milleti yaratmaya çalışmış ama bir imparatorluk olan Osmanlı devletinde yeni Osmanlıcılık siyaseti üzerinden bir Osmanlı milleti yaratılamamıştır. Bunun üzerine ikinci aşamada İslam dini üzerinden İslam milliyetçiliği ile Avrupa tipi bir İslam ulusu yaratılarak Osmanlı devleti bir İslam imparatorluğuna dönüştürülmek istenmiş ama bu girişim de bir millet yaratılması konusunda yetersiz kalmıştır. Bunun üzerine Osmanlı aydınları bir üçüncü millet denemesini Türkçülük ilkesi üzerinden gündeme getirmişler ve bu doğrultuda başarılı olmuşlardır. Rusya sınırları içinde yaşamakta olan Türk topluluklarının zaman içinde Balkan, Kafkas ve Anadolu bölgelerine göç etmeleri nedeniyle bu bölgelerde Türkleşme başlamış ve halk kitleleri arasında en çok benimsenen milli kimlik olma noktasına gelince, Türk milleti kimliği yaygınlık kazanarak imparatorluk sonrasında kurulan ulus devletin milli kimliği olmuştur. Türkler Osmanlıcılığı benimsemediği için Türk kimliğinde anlaşılmış ama küreselleşme sürecine geçilmesi sonrasında, ABD-İsrail ikilisi eski Osmanlı topraklarını Kudüs merkezli bir Büyük İsrail imparatorluğuna dönüştürürken, Yeni Osmanlıcılık kavramını yeniden piyasaya sürerek merkezi coğrafya’da da din ağırlıklı bölgesel bir devletin Evanjelik tarikatının öne çıkardığı gibi kurulmasını hedeflemişler ama Atatürk’ün Türk milletine miras olarak bıraktığı laik-ulus devlet sayesinde bu tür bir emperyalist din projesi geride kalmıştır. Yeniden bir Osmanlı imparatorluğu kurulamayacağına göre Yeni Osmanlıcılık hareketi bölgedeki Osmanlı ülkelerini ve halklarını oyalamaktan başka hiçbir şeye yaramayacaktır. Asıl amaç Büyük Orta Doğu görünümlü bir Büyük İsrail imparatorluğunun kurulmasıdır. Yeni Osmanlıcılık kavramının böylesine emperyalist bir proje olarak kullanılmasına, Türk milletinin izin vermeyeceğini Osmanlı tarihi ortaya koymuştur. Osmanlılık tarih kitaplarında yer alan bir geçmişin öyküsüdür, Türklük ise yaşayan bir gerçekliktir.
Osmanlı tartışmaları ile Türklerin geçmişe yönlendirilmesine karşı çıkan Atatürk, Türk milletinin atası olarak çok güçlü bir ulus devlet kurmuştur. Ne var ki, Hristıyan Avrupa kadar, Büyük İsrail’ci Musevi Orta Doğu ile birlikte Rusya, Hindistan ve Çin gibi doğu dünyasının gayrimüslim ülkelerinin ve de önde gelen Müslüman Arap ülkelerinin Atatürk’ün kurmuş olduğu laik ve ulusal çağdaş Türk cumhuriyetine karşı çıktıkları görülmektedir. Osmanlıcılığın kurtaramadığı Türk devletini en son aşamada Türkçülüğün kurtardığı gerçeği görülerek hareket edilirse, o zaman Yeni Osmanlıcılık ile Atlantik emperyalizmi ya da İsrail Siyonizm’ine alet olma gibi bir olumsuz durumdan Türk milleti kurtulabilecektir. Yıllarca Avrupa Birliği kapılarında bekletilen Türkiye’nin, çağdaş bir demokratik devlet olarak batı uygarlığı çizgisinde ilerlemek istemesine, ABD’nin tarikat mensubu Evanjelikleri ile İsrail’in Siyonistleri karşı çıkarken, Türkiye’nin bu doğrultuda yoluna devam edebilmesi için Kemalist kimliğini koruyarak hareket etmesi gerekmektedir. Bunun için de Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün izinden gitmesi, Atatürk’ün cumhuriyet devleti modelini koruması ve kurucusunun ortaya koyduğu ulusal – üniter devlet modelinden vazgeçmemesi gerekmektedir. Bu durumu gören bazı batılı merkezler ise, Türkiye’nin bir Neo-Kemalizm politikasına gereksinmesi olduğunu açıktan dile getirmeye başlamışlardır. Türkiye’nin katı bir Kemalist cumhuriyet olmasına karşı çıkan batılı merkezler, Türk devletinin bir yumuşak güç olarak davranarak, hem bölgesindeki, hem de batılı merkezlerle olan ilişkilerinde daha dikkatli bir yol izlemesiyle başarılı olabileceğini öne sürmektedirler. Kemalist devletin laik yapılanmasının hiçbir biçimde dinsel kamu alanında tesettürü ya da dinsel gereklilikler çerçevesindeki toplumsal hareketleri tümüyle yasaklaması hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Ne var ki, batı emperyalizmine karşı Kemalizm her zaman antiemperyalist çizgide olmuştur ve laik devleti koruma yolunda da Orta Doğu ülkelerinden kaynaklanan şeriatçı girişimlere karşı da sağlam bir laiklik uygulamasına girerek, Türkiye’yi yeniden sömürge ya da orta çağ düzeni gibi geriye kaydıracak olumsuz gelişmelere karşı çıkmıştır. Yeni Osmanlıcılık oyunları ile Türkiye’nin siyasal düzeninin saptırılmasına da, Kemalist sistem her zaman için karşı çıkarak çağdaş cumhuriyet yönetiminden hiçbir ödün bugüne kadar verilmemiştir.
Son günlerde tartışma alanına yeniden getirilen Neo -Kemalizm konusu iki binli yılların başlarında tartışılarak konu hakkında bir kamuoyu tespit edilerek bu durum ile ilgili değerlendirmede Kemalist toplum ve devlet kesimlerinde Neo-Kemalizm kavramına karşı çıkılmıştır. Bu satırların yazarı olan bir Kemalist bilim adamı, bu doğrultuda çeşitli çalışmalar yaptıktan sonra önce “Neo-Kemalizm” adı ile bir kitap hazırlamış ama batı emperyalizminin bir Neo-Kemalizm senaryosu olduğu öğrenilince bu kitaptan vaz geçilerek, yerine “Güncel Kemalizm” isimli bir kitap yayınlanmıştır. Türkiye’de bu konular üzerine tartışmalar yapılırken ve kitaplar yazılırken ilgisiz kalan batı kamuoyunun yeni gelinen aşamada bir Neo-Kemalizm arayışı içine girmesi, çok geç kalmış bir girişim olarak bugün sonuçsuz kalmaktadır. Küresel dönemde yıllarca Türkiye’yi baskı altına alan batı emperyalizminin daha sonra yeniden Türkiye ile arayı düzeltmek ve Türkiye’yi yeni dönemin koşullarında merkezi alanda gene çeşitli projelerde kullanabilmek amacıyla, Türklerin gönlünü alınıyormuş gibi pozitif görüntü yaratmak amacıyla, Neo-Kemalizm kavramı ortaya atılmaktadır. Kemalist Türkiye Cumhuriyeti açısından çeyrek yüzyıllık bir zaman diliminde geride kalan batı emperyalizmi bugün Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail projelerinde, Türkiye’yi kullanabilme doğrultusunda anti emperyalizm kavramını durduk yerde öne çıkarmaktadırlar. Batılılar yıllarca Türkiye’yi baskı altında süründürdükten sonra, şimdi yeniden Türkiye’yi yanlarındaymış gibi göstererek, yeniden kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmenin çabası içinde görünmektedirler. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının batılı emperyalistler ile karşı karşıya geldiği bugünkü noktada, Türkiye yeni dönemin koşullarına uyarak kendi çıkarları doğrultusunda yoluna devam edecektir. Batılı ülkeler eğer gerçekten Türkiye’nin dostları iseler o zaman kendi çıkarlarını koruma hakkının sadece kendileri için değil bütün insanlık için kabul edildiğini de iyi bilerek, haksızlıklara karşı kendi hakkını koruyan Türkiye gibi batı blokunun dışında bırakılmış ülkelerin de, hak ve özgürlüklerini sonuna kadar savunacaklarını da iyi bilmek zorundadırlar. Atatürk kararlı bir antiemperyalizmi ile ulusal kurtuluş savaşını yaparak Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyinin onurlu üyesi bir ülke konumuna getirmiştir.
Günümüzde Türkiye için Neo-Kemalizm olamaz çünkü, Kemalizm antiemperyalist, bir çizginin görüşüdür. Neo-Kemalizm ise batı emperyalizminin yeniden Türkiye’yi yanına çekerek kullanmaya çalışmasının savunulduğu bir karşıt görüştür. Merkezi coğrafyada bir tarafta Müslüman ülkelerin İslam dünyası, diğer tarafta da ABD’yi kontrolü altına almış olan Siyonizm’in dünya ülkelerine yayılmış olan kadrolarını yönlendiren İsrail yapılanmasının arasında kalan Türkiye ve Türk dünyası önümüzdeki dönemde, birlikte hareket ederek böylesine ağır bir çıkmazdan çıkabilmenin çabalarını göstereceklerdir. Batılı gizli servislerin Neo-Kemalizm kavramını kullanarak Türkiye ve Türk dünyasını eskiden olduğu gibi yeniden aldatmalarına, Türk ulusu kesin karşı çıkarak direnecektir. Zamanında Türkiye’ye karşı her türlü emperyalizmi uygulayan sömürgeci büyük devletlerin, yeniden Türkiye gibi bir ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda kucaklarına oturtarak kullanabilmelerini sağlayacak yumuşak görünümlü yeni emperyal oyunları, Türkiye’nin kabul etmesi artık mümkün değildir. Önümüzdeki dönemde yaşanacak çeşitli olaylar ya da gelişmeler karşısında, Türkiye artık çok daha dikkatli ve ilkeli bir tutum ve davranış içerisinde olması beklenmektedir. Bu doğrultuda Türkiye Neo-Kemalizm oyununa izin vermeyecektir. Ne var ki, Atatürk’ün ulusal kurtuluş savaşı verdiği zaman diliminden bugüne kadar bir yüzyıl geçmiştir ve bugün yeni bir dünya vardır. Cumhuriyet kurulurken bu bölgede Sovyetler Birliği vardı ve İsrail yoktu. Bugün ise yüzyıllık zaman dilimi içinde Sovyetler Birliği gibi dünyanın en büyük devletinin dağılarak ortadan kalktığı, ama arkadan iki dünya savaşının sonucunda bölgede küçük bir İsrail devletinin kurulduğunu görmek gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, çok önemli bir jeopolitik konuma sahip olan nevi şahsına mahsus orta boy bir devlettir ama jeopolitik konumunu kullanarak dünyanın büyük devletlerine karşı koyabilecek güce sahip olduğunu ulusal kurtuluş savaşı sırasında kanıtlamış olan gerçek bir devlettir. Bütün dünya ülkelerinin bu durumu görerek hareket etmelerinde dünya barışı açısından yarar vardır.