Sınav mı? Sınan mı?
Selam tüm okuyuculara… Selam olsun, habire sınanmak zorunda kaldığımız yaşamımızda; yine sınanmayı bekleyen, sınav öğrencilerimize ve velilerimize…
***
Sınav mı? Sınan mı?
Buna sanırım bir çoğumuz karar veremiyoruz. Şöyle demeli belki de; sınavlarla sınanıyoruz. Ha yok, manevi dünyamızla alakalı değil yazacaklarım. Direkt sınav, hem de en baba sınav; hem de psikolojik, sosyolojik, ekonomik daha bir çok şeyi içinde barındıran ve tüm bunları birkaç saatte çözmeyi ümit ettiğimiz, üç gün sonra olacak üniversite giriş sınavı elbette… E bir de çıkış sınavı var ama neyse…
Yıllardır kangrene dönüşen eğitim sistemi ve bu yüzden komaya giren aile ilişkileri, maddi kaygılar vs…
Şimdi biraz bunların nedenlerini sorgulayalım istiyorum.
Çocuklara, gençlere ne yaptık, ne yapmadık!
Öncelikle ilkokula başlayan çocuklarımıza okumayı henüz öğrenir öğrenmez bir kaç hikaye kitabı, hemen akabinde 6-7 yıl sonra girmek zorunda olacağı lise sınavları için sınav aşılama işlemine başladık. Aşılama sonrası rekabet duygusunu kanına enjekte etmeye, daha sonrasında ise psikolojik olarak sınav baskısı, şok tedavisiyle(!) devam ettik. Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteği tartışılmaz! O da veliler kitaba para vermesin diye okul kitaplarını, öğrencilere bedava dağıttı. Sağ olsunlar. Ama kitaplar o kadar muhteşemdi ki öğretmenler her ders için tanesi minimum 50₺’dan fazla olan yardımcı kitaplardan en az 4-5 farklı yayın gerektiğini belirtti. Oldu mu sana sadece bir dersin kitabı 200₺. Ve her yılın sonunda, verilen devlet kitapları doğruca çöpe… Üstelik kağıt üretimi oldukça az olan ülkemizde… Halbuki önceden bir kitap ikinci yıl kardeşine, hatta temiz kullanılırsa bir kaç yıl arkadan gelen komşu çocukları bile kullanırdı.
Ama bendeki de laf!
Habire değişen müfredata bakıldığında bunun da mümkinatı olamazdı. Müfredat demişken, OKS, LGS, SBS, AYT, TYT… derken ne alfabede harf kaldı, ne de bunlara muktedir hafızaya sahip kimse…
Haaa tabi o arada bunlar çok önemsiz konularmış gibi; yok formalı mı gelsinler, formasız mı? Yok şort giyilebilmeli mi, giyilemez mi? Hiç bir şey için icazeti alınmayan velilere günlerce bu konularla alakalı anketler, oylamalar yapıldı. Biz bunlara bir de kafa yormak zorunda kalırken; çok sonra fark ettik ki, öğrencilerin milli duygularının uyandığı, Atatürk’e saygılarının perçinlendiği ve binlerce öğrencinin bir arada kutladığı milli bayramlarda küçüle küçüle 20-30 kişiyle okul bahçelerinde formalite kutlanır hale gelmiş. O da yetmemiş her sabah okul önlerinde çınlayan “Andımız” nidaları da bitmiş. Neyse; dedim ya, Milli Eğitim’in de destekleri çok oldu diye…
Hatta helal olsun, şunu bile yaptı: Liselere giriş sınavında başarısız öğrencileri EML ve İHL’ye girmeleri gerektiğine karar verdi. Buraya mecburiyetten giren çocuklar, çok iyi birer meslek öğrendiler ve dini bütün gençler olarak yetiştiler! deseydim inanır mıydınız.
Kaldı ki kalifiyeli kalfa, çırak bulamamaktan yakınan bir çok işveren varken ve deizmin son yıllarda yükselişini görünce… Çünkü isteğiyle yapılan her işte olduğu gibi okullarda da başarı o doğrultuda olur. Amma velakin isteksiz yapılan her işte olduğu gibi okullarda da verimin o oranda olması tabi ki gayet doğaldır. Halbuki bir zamanlar liselere giriş sınavları daha icat olmamışken; bu okullara belli bir amaç ve istekle gidildiğinden ötürü daha öğrenciyken ne sanatçılar, ne zanaatkarlar ve ne samimi din adamları yetişirdi.
Tabi bir diğer alternatif de yok değil!
Yani olur ya tüm çabalara rağmen kazanamadı çocuk, eee siz de belirtilen okullara çocuğunuzu göndermek istemiyorsunuz. Çözüm özel okullar… Parası olan düşünmeden, parası yetmeyen kredi çekerek, yıllarca borç ödemeyi göze alarak evlatlarını gözü kapalı emanet ettikleri okullar… Hem de gün geçtikçe sayıları devlet okullarını geride bırakacağa benzeyen “özel” okullar… Çoğu gerçekten çok özel! Bahçesinden girerken anlayabiliyorsunuz. Çevre düzenlemesi, öğrencinin kaç defa gireceği muamma havuzu, spor alanları, resim müzik atölyeleri bile var kimisinde. Kaldı ki biz sınav uğruna tüm yeteneklerine ket vurduğumuz çocuklarımız için bu işlerine yaramayacak veya etkilenmelerinden ödümüzün koptuğu bu sanat odalarından bile samimiyetsizce etkileniyoruz. Yemekhaneleri, girişte sizi karşılayan beş yıldızlı otelden hallice bir mimaride lüks, resepsiyonist benzeri bakımlı ve güzel sekreter kızlarımız ve sizi alabildiğine baştacı eden yöneticiler…
Nasıl süslü bir hediye paketi…
Hele ki devlet okullarının sadeliğine ve önemsizliğine alışmış bir kişi kendini Alice’nin harikalar diyarında sanır…
Gelelim bu hediye paketinden çıkanlara;
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bu okullardan sayıları çok olmasa da aldıkları paranın hakkını veren köklü okullar hâlâ mevcut ama çoğunluğu maalesef bunun dışında… Bu işin kârını düşünerek bir çok girişimcinin kurduğu ama eğitimle alakası olmayan tüccar mantığı kaynaklı okullar olmasından dolayı eğitim kimliğinden çıkmış bir çok ticarethane bana göre…
Ve ne yazıktır ki bir çok çocuğun burada öğrendiği; egosunu yükseltme, markacılık alışkanlığı ve çalışmanın gereksizliği… Çünkü çalışana da çalışmayana da nerdeyse aynı notu vermeyi okul başarısı daha doğrusu reklamı gören ve müşteri kaybetme duygusu yaşayan bu kurumların öğrencilerinin bir çoğu gitgide çalışma/başarı orantısının önemsizliğine inanmaya başlıyor.
Şimdi ilköğretim ve sonrası bu kaoslarda yetişen gençlerimize bakalım;
Maalesef eğitim karmaşası lise boyunca devam eder. Aileler ayak uydurmaya çalışırken bu kez de okuldaki onlarca eksiği tamamlamak için yine servet değerinde miktarlar harcayarak özel dershanelere kaydeder. Haliyle de bu kurumların ekonomilerindeki baskısının karşılığını çocuklara mutlak kazanma dayatmasına dönüştürmek zorunda kalırlar.
Ebeveyn ve çocuk ilişkileri dibe vururken bu kez de çocuklarda; emek + eğitim giderleri + sınav başarısı = sevgi…
Yani ailenin formüle ettiği şartlı sevgisine tepki olarak çocukta önceliği; sosyal çevre+ İnternet + bencillik + hazırcılık + amaçsızlık = sevgisizlik olarak göstermeye başlar…
Yani şu anda gençlerden bir çoğumuz şikayet ederken; belki de eğitim sistemi, sisteme uymak zorunda hisseden bizler ve cehaletin haksız elde ettiği güçle,çocukluğunu gençliğini üniversite uğruna baskılarla yaşayamamış yaşatılmamış eğitimli insanları aşağılayanların, değersizleştirenlerin hiç mi suçu yok!
Hiç değilse ilköğretim sonrası lise sınavlarının kalkması; kişiliklerinin oluşum zamanlarında ve ergenliğe henüz girme dönemlerini daha sağlam, daha rahat, daha güven içinde ve daha çok gülümseyerek, oynayarak geçirmelerini sağlamaz mıydı?
Meslek öğrenmeden sınav odaklı yetişen gençlerin kazanamaması halinde veya bir çok üniversitelinin işsiz olduğu ülkemizde meslek liseleri daha cazip hale getirilerek meslek ehli kişiler yetiştirilemez mi?
Kaldı ki günümüzde üretim/ekonomi anlamında bu konu alabildiğine mühim bir eğitim açığımız değil midir?
Ve sanat, spor dallarına çocuklarımız yönlendirilerek onların ruhlarına,yeteneklerine hitap edilemez mi?
Bu dallar eğitim sisteminden uzak ve gereksiz görülmesi ne kadar doğrudur?
Halbuki bunlar huzur veren, psikolojiyi iyileştiren, yeteneklerini görme imkanı tanıyan, özgüveni sağlayan, kişiliğin yapılanma aşamasında çocukların topluma ruhen ve fiziken sağlıklı bireyler, ne istediğini bilen, kendini ifade edebilen en önemlisi ”iyi insan” olması için vermemiz gereken öncelikler değil midir? O yüzdendir ki bizler ve yöneticiler sağlıklı bir toplum oluşması için sınav odaklı değil önce “mutlu insan” odaklı olmamız gerekir ve şu anki toplum dejenerasyonu veya gençlerin durumundan şikayet etmek yerine bu anlamda ciddi adımlar atılması artık ertelenecek bir durumdan çıkıp acil harekete geçme planlarını gerektirmektedir.
Aksi halde mutsuz, amaçsız, umutsuz ve idealleri olmayan gençlerle dolu bir ülkeden, gelişim beklemekte maalesef imkansız bir hâl alacaktır.
Hafta sonu sınava girecek gençlerimize başarı dilerken, sınanır gibi değil, sınav gibi geçmesini yürekten diliyorum…
“Çocuklarımızı artık düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde; yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışılmalıdır.”
Mustafa Kemal Atatürk