Anadolu16.com

Son Devrimcinin Ölümü…

09.11.2021
A+
A-

”Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.”

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz, askeri, siyasi ve toplumsal eylemleri ve fikirleri ile tüm dünyaya  örnek olmuştur. Yanında, tek varlığı olarak kendi halkını alarak, emperyalizme ve onun destekçilerine en büyük zararı verdirmiştir.

Ölümünün 83. yılında andığımız Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere devrettiği ilke ve devrimlerine sahip çıkabilmenin onur ve gururunu yaşamaktayız.

Bu yazımda, Ulu Önderimizin yaşamının son günlerini kaleme aldım.

Bilal N. Şimşir’in, Atatürk’ün hastalığı konusunda, 1923’lü yıllardan itibaren geçirdiği hastalıkları anlatan kitabından alıntılar aldım. Cumhuriyetimiz, tüm zorluklara ve engellemelere karşın kurulmuş, yapılan devrimlerle çağdaşlaşma konusunda adımlar atarken, Atatürk’ümüzde de sağlık sorunları baş göstermeye başlamıştır.

‘’Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Atatürk’ün sağlığı konusunda ilk haber Kasım 1923’te çıktı. Cumhuriyet ilan edileli henüz 10 gün kadar olmuştu. Bir gün Gazi, öğle yemeği sırasında, sofra başında birden bire bir kriz geçirdi. Eşi Latife Hanım’ı tedavi için rastgele orada bulunan Dr. Refik (Saydam) Bey hemen bir morfin iğnesi vurdu. Kriz geçti. İki gün sonra, öğle yemeğinden sonra Cumhurbaşkanı bir kriz daha geçirdi. Bu biraz daha hafifti. Bunun üzerine, kalp mütehassısı Prof. Dr. Neşet Ömer (İrdelp) 13 Kasım 1923 günü İstanbul’dan Ankara’ya çağrıldı.

Ertesi günü Çankaya’da Cumhurbaşkanı’nı muayene etti. Rahatsızlığın ‘çok çalışmadan ve yorgunluktan’ ileri geldiğini, asabi bir hal olduğunu söyledi. Dinlenme; alkol, tütün ve kahveyi azaltmayı öğütledi. Gazi, 2 ay kadar rejim yaptıktan sonra tamamen iyileşti. Bu konuda önce bir bildiri yayınlanmadı. Gazeteler konuyu kurcaladılar. Sonunda Hükümet, Prof. Dr. Neşet Ömer (İrdelp) imzasını taşıyan sağlık raporunu yayınladı. 2 Şubat 1924 tarihli bu raporda, ‘Gazi Paşa’nın tamamen ve katiyen afiyette bulundukları’ kesinlikle açıklandı. Atatürk aslında 5 – 10 gün kadar iyice dinlenip perhiz yapmış, ondan sonra doktorun öğütlerine pek aldırmamış, yine eski yaşamını ve yoğun çalışmalarını sürdürmüştü.

Aradan 3 yıldan fazla zaman geçti. 22 – 23 Mayıs 1927 gecesi Gazi, bir kriz daha geçirdi. Bu günlerde tarihi Büyük Nutuk’unu hazırlıyordu. Çok yoğun çalışıyordu. Aralıksız 30 saat çalıştığı zamanlar oluyordu.

Sekiz ay kadar sonra, dış basında durup dururken bir haber çıktı. Haberi çıkaran L’Echo de Paris adlı Fransız gazetesi oldu. Biraz sansasyon eğilimli bu gazete, 13 Şubat 1928 günü, ‘Kemal Paşa’nın sağlığı tehlikede’ başlıklı bir haber verdi. Bu ‘flash’ habere göre, Gazi Mustafa Kemal, sözde, Ankara’da sokak ortasında baygınlık geçirmişti. Ancak ‘enerjik müdahale’ ile kendisine gelebilmişti. Bu olay Ankara ve İstanbul’da oldukça karamsar yorumlara yol açmış, kaygı yaratmıştı.’’ (Bilal N. Şimşir – Atatürk’ün Hastalığı – Türk Tarih Kurumu)

Atatürk’ün ölümüne kadar yanından ayrılmayan sırdaşı ‘Kılıç Ali’nin anılarında, Atatürk’ün sağlığında bile yürekliliğini, cesaretini ve devlet adamlılığını yansıtan çok güzel bir anıyı yazdım;

Mustafa Kemal, 1924 yılında Başyaver Rusuhi Bey’in köşkünün arkasında yürüyüş yaparken aniden fenalık geçirir, biraz dinlendikten sonra tekrar yürümeye devam eder. Bu rahatsızlığı tüm ülkeye yayılır, merak konusu olur.

‘’Geçirdiği bu küçük rahatsızlıktan sonra, ölümünden iki yıl öncesine kadar Atatürk’ün nezle olduğunu bile görmedim.

Ölümünden iki yıl öncesine kadar göğsü açık, kolları sıvalı, sportmen denebilecek kadar zinde, kabına sığamayacak kadar hareketli olan Atatürk’te o güne kadar rastlanmayan kızarıklıklar, baş ağrıları ve halsizlikler son iki yılda görülmeye başlamıştı.

Özellikle son iki yıl içinde geçirdiği bir iki şiddetli ve ateşli soğuk algınlığı, çevresini çok haklı olarak endişelendiriyordu.

İtalyan diktatörü Mussolini, en şımarık ve taşkın günlerinden birinde, topraklarımız üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için tek çareyi şu şekilde ifade etmişti:

“Atatürk’ün ölümünü beklemeliyiz!”

Doğru ve yanlış, diktatörün sarfettiği bu sözü Atatürk duyduğu zaman Büyükdere’de Tahsin Uzer’in yalısının balkonundan kendisini görmek için toplanan kalabalığa hitap ederken şöyle haykırmıştı:

‘’Mussolini iyi bilmelidir ki, ben ölmeyeceğim.’’  

Atatürk evhamlı bir insan değildi. Doktor muayenesini sevmez, biraz önce de söylediğim gibi doktor tedavisini ve tavsiyesini dinlemezdi. İlaçlarla başı hiç hoş değildi.’’ (Derleyen: Hulusi Turgut – Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları – Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)

Atatürk’ün sekiz manevi evladından birisi olan ‘’Afet İnan’’, 1938 yılı yaz ayları sonunda, Atatürk’ün son durumunu şöyle kaleme almıştır;

‘’Ben, her gün gazeteleri okuyor ve özetleri kendisine söylüyordum. Bazen şeklinde okuduğum kitapları, hikayeleri ve seyahatnameleri de anlatıyordum. Bunların bir kısmını anlatır ve yorulmasın diye geri kalan kısımlarına başka günler devam ederdim. Hastalık günlerinde, günlük haberleri ve ayrıca resmi bilgiler kendisine verildikçe, yeni siyasi ve askeri gelişmeler üzerinde düşünce ve görüşlerini ifade eder ve gelecek için ulusça kuvvetli olmamızı dilerken, dünya barışının sarsıntıda olduğuna işaret eder ve endişe duyardı. Nitekim O’nun ölümünden bir yıl sonra İkinci Dünya Savaşı patlak vermedi mi?

26 Eylül 1938, Dil Kurumu Bayramı gecesi idi. Atatürk radyoyu dinlemiş ve kendisi tarafından orada söylenmek üzere bazı emirler vermişti. Bunun gecikmesi, hırslanmasına neden olmuştu. O geceyi rahatsız olarak geçirdi. İlk hafif komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki izahlarında ‘Demek ölüm böyle olacak’ diye uzun uzun gördüğü rüyayı anlattı. Rüyadaki olay, Selanik’te ihtilale ait bir komitecilik vakası idi. ‘Salih’e söyle, ikimiz de kuyuya düştük. Fakat o kurtuldu’ demişti. (Afet İnan – Atatürk Hakkındaki Hatıralar ve Belgeler – Türkiye İş Bankası)

Türkiye’nin ilk kadın pilotlarından ve Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızı ‘’Sabiha Gökçen’’ ile aralarında, 28 Ağustos 1938 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda geçen bir görüşmede;

“30 Ağustos’u bensiz kutlayacaklar! Oysa o kadar isterdim ki törene katılmayı. Çocuklarımızı görmeyi, modern araç ve gereçlerle donanan ordumuzun geçişini görmeyi… Biliyor musun Gökçen, bayrağımızı da özledim; onun şöyle anlı şanlı dalgalanışını, göklerle bütünleşmesini…”

28 Ekim 1938 tarihinde yine Sabiha Gökçen’e;

“Yarın bayram değil mi Gökçen? Bu günü halkımla, halkımın içinde kutlamak isterdim. Beni Cumhuriyet Bayramı’nda halkımdan uzak tutan bu hastalığa lanet ediyorum.”

Evet, dünya tarihindeki  ‘’Son Devrimci’’ emperyalizme karşı halkı ile birlikte göğüs gererek, onları topraklarımızdan defeden Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür…

Halkı ile bütünleşmiş, bu sayede çağdaşlaşma yolundaki bütün devrimleri, iç ve dış tüm engellemelere rağmen hayata geçiren ‘’Son Devrimci’’ yaşamının son yıllarında çok yorgundur.

13 yıl boyunca birçok cephede kötü koşullarda, yokluk ve kıtlık içinde savaşan, yaşam tarzı ve hatalı tedavi sonucu 57 yaşında kaybettiğimiz Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, rahmet saygı ve sevgi ile anmaktayız.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, saatlerimiz ‘’ 9’u 5 geçe’’ nerede olursak olalım, Yüce Önderimiz için saygı duruşunda bulunalım…

Sağlık, sevgi ve hoşgörü ile kalınız…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.