Tarımın ruhuna ebediyen el-fatiha!
Türkiye, bir tarım ülkesi idi. Bir yerde tarım yapabilmek için en önce toprağın yeterli ve iklimin buna uygun olması lazım. Ardından, gereken ölçü ve nitelikteki girdilerin temini gelir. Günümüz için bunların başında tohum, fidan, alet makine ekipman, akaryakıt, ilaç, gübre, işgücü, enformasyon (bilgilendirme) gelir.
Türkiye’nin bulunduğu enlemde, özellikle Akdeniz havzasında dünyanın en verimli toprakları mevcuttur. Hele Anadolu’da güneşin yedi tane yüzü vardır. Dolayısıyla iklim ve toprak yönünden tarıma elverişli dünyanın en şanslı ülkelerinden birisi olup hemen her yerde ekim dikim yapılabiliyor. Ekonomi tarıma dayalı olduğu için Cumhuriyetin başından itibaren tüm girdilerin ülkenin iç kaynaklarından temin edilmesine çalışıldı. Gün geldi bunun temini sağlandı ve Türkiye tarımda dünyanın kendine yeten ilk birkaç ülkesinden birisi oldu.
Türkiye’ye ihanet; çok partili döneme geçildikten sonra, zamana yayılan bir sürede milliyetçi ve muhafazakar geçinen iktidarların eliyle öncelikle tarımda başladı. Toprak reformu yapılmadı, köylü birçok yerde topraksız ve maraba olmak zorunda bırakıldı. Başta traktör olmak üzere tarımsal mekanizasyon üretiminden vazgeçildi. Zirai mücadelede yerli ilaç üretimi önce savsaklandı sonra baltalandı. Gübre üretiminde bulunan azot ve gübre sanayi fabrikaları önce kapatıldı sonra satıldı. İklim ve ürün desenine uygun şekilde ülkenin her yerinde kurulan, kendi koşullarında elde ettiği teknik bilgiyi bölgesindeki çiftçiye aktaran tarımsal araştırma enstitülerinin tamamı kapatıldı.
Türkiye, tarıma dayalı kaba sanayisini katma değeri yüksek sanayiye dönüştüreceğine, elindekinden de vazgeçti. Cumhuriyetin eğitim sistemini demokratik ve çağcıl olmaktan çıkarıp ortaçağ cahiliye karanlığına geçirmesiyle birlikte köy okullarını da kapattı. Köylere okul yerine cami yaptırdı, öğretmen yerine imam atadı. Böylece bilimin Türk köylüsüne öğrettiği “Yaşamın anlamının doğa ile uyum içinde toprakla didişmek olduğu” felsefesi, yerini, Arap cahiliye döneminin din adına öğrettiği “İktidara itaat etmenin her şeyin kurtuluşu olduğu” biat kültürüne bıraktı.
Değerli okuyucularımız söylediklerimizden sadece bitkisel tarımı anlamasınlar; tarım, hayvancılığı da kapsayan bir tanımlamadır. Ayrıca hayvancılığın tarımdaki yerinin, ağırlığının en az yüzde altmış, yetmiş olması gerektiğini ve Cumhuriyetin hedefinde de bu oranı tutturma gayretinin olduğunu söylemekte fayda var.
“Bütünşehir Yasasıyla” köyler mahalle statüsüne geçirildi. Toprağını ekip biçemeyen köylü kentlere indi. Ancak kentlerde yeterli reel veya hizmet sektörü olmadığından işsiz kaldı. Sonunda köylülükten çıktığı gibi kentli de olamadı. Kapatılan ve satılan tarıma dayalı kurum ve kuruluşların yerleşim yerleri, bu iktidarın ve avenesinin rant alanlarına dönüştürüldü. At iziyle it izi gibi; orman, mera, sit, tarım, şehirleşme alanları birbirine karıştı. Ortada ne plan proje kaldı ne de kanun. Gücü yeten, amacına uygun şekilde kullanmak üzere istediği alanın avantadan sahibi veya kırk dokuz yıllık kiracısı oldu.
Merkez Bankasının özerkliği kaldırıldı, kendisine uygulattırılan politikalarla döviz kuru kontrolden çıkarıldı. Enflasyon azdırıldı. Türk Lirasına değer kaybettirildi. Bu durum, dolara endeksli ve hepsi ithal olan tarım girdilerinin fiyatlarını fahiş düzeye çıkardı. Buna karşılık üreticinin eline geçen fiyatlar yerinde saydı. Olan, çiftçiye ve tarıma oldu.
İhanetin sonuncusu ise Türk çiftçisi ithal tohum kullansın diye ata tohumu dediğimiz yüzlerce, binlerce tür ve çeşidi bulunan yerli tohumlarımızın ekiminin, eften püften sebeplerle yasaklanması oldu. Üretimsizlik sadece tarımı değil tüm ekonomik sektörleri ve bilim, sanat, kültür gibi hayatın her alanını esir aldı. Ülke her alanda kısırlaştırıldı. Tabi üretimin, yatırımın olmadığı yerde istihdam da olmayacağına göre bunun sonucunda işsizlik de tavan yaptı.
Tarım öldü:
Görüldüğü gibi sadece tohum değil bütün tarım girdileri ithal edilmektedir. Tarımsal üretimde ve tüketimde A’dan Z’ye tüm mal ve hizmetlerde dışa bağımlı hale getirilen bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Öyleyse tarımın can çekiştiği bu kritik süreçte sabahtan akşama kadar hangi üründe kaç yüz bin veya kaç milyon ton ithal edildi, domatesin fiyatı şu yumurtanın fiyatı bu oldu deyip olguyu rakamlara boğmanın gereği yok. Rakamlarla konuşup, kötüye gidişi topluma kanıksatma alışkanlığı Turgut Özal gibi neoliberal cambazlardan kalmadır. Tarımın öldürüldüğü şu anda, çaresizlik içindeki çiftçiye ve millete söyleyecek bir fikri olan varsa açıklasın. Çünkü böyle zamanlarda halkın meşru, samimi ve haklı fikirlere ihtiyacı var. Böyle bir fikri olmayanın zikri ne ola ki!
Her şey gün gibi ortada; tarımın bitirilmesi, büyük projenin en önemli parçasıdır. O proje, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik ve laik yapısı ile Türkiye Cumhuriyetini kuran halkın içselleştirdiği akılcı ve bilime dayalı Cumhuriyet kültürünü dönüştürmektir. Ekonomisi tarıma dayalı olan Türkiye’nin tarımı bitirilince, tüm ekonomisinin darmadağın olacağını bildikleri için tarıma bu kadar yüklenmektedirler.
Hal böyleyken, ortak olan yerli ve uluslararası bir zümrenin kötü amaçlı menfaatlerini gerektiren ancak milli ve dini ülkülerle ambalajlanarak toplumu kandırmak amacıyla lanse edilen bu ihanetler karşısında, bilgi sahibi bunca ziraat mühendisinin, profesyonel tarımcının, akademisyenin, çiftçi örgütünün kör, sağır ve dilsiz kalması daha da yaralayıcı bir durumdur.
Nüfusunun yarısından fazlası açlık sınırının altında olan ve iflasa sürüklenmiş bulunan eski tarım ülkesi Türkiye, hayat memat meselesinin yaşanacağı bir karakışın da başında ve bu kez tamamen çökertilmek üzere Suriye Teskeresine maruz bırakıldı. İktidar, meclisteki öngörüsüz politikacılar yüzünden onda da muvaffak oldu.
Diyeceksiniz ki teskerenin tarımla ne ilgisi var? Evet, hem de çok ilgisi var. Teskere; yönetimdekilerin, yirmi yıllık iktidarlarını ülkeyi ateşe atma pahasına teslim etmemek için ürettikleri bir taktik olabilir. O zaman işin sonunda keyfiyete dayalı iktidar hukuksuzluğunu dünyada eşi benzeri görülmemiş boyutlara ulaştırabilir; sandığı halkın önüne koymayabilir, savaş tamtamları eşliğinde işsizlik, yoksulluk, açlık daha da artacağından geleceğinden endişe duyan tüm halk kesimleri, ne kadar ceberut olsa da bu iktidara mecbur bırakılabilir.
Toprağın asaleti:
O zaman, üzerinde bu deliliklerin yaşanacağı vatan dediğimiz toprakların, içinde sadece çıyanların yaşadığı kara balçıktan bir farkı kalmaz ve üzerinde asla tarım yapılamaz. Ta ki bu düzen ve bu düzenin bu topraklara ektiği düşmanlıklar bitene; tohumundan mibzerine, traktöründen gübresine tarım girdilerinin tümünün yine bu topraklardan karşılandığı güne kadar! O gün geldiğinde, taşa dahi ekilen tohumun yeşereceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Evrenin tözü, öncelikle insanı besleyen tarımın yapıldığı topraktadır, sudadır. Bu tözde, güçsüzlerin, kimsesizlerin umudu da saklıdır. Türkiye’yi yönetenler toprağı ve suyu kirletebilir, zehirleyebilir hatta çeşitli hilelerle milletin elinden de alabilir. Amma ve lakin; kendisini kandıranlara arkasını döner, toprağından umudunu kesmeyip sahip çıkar ve hevesle işlemeye başlarsa, işte o zaman bu topraklar tüm bereketiyle yeniden yüzüne gülecektir, bu yeterince örselenmiş milletin!
Iki temel neden,
1.Koy Enstigulerinin kapatilmasi
2.Koy bazinda tarim vy hayvancilik kooperatiflerinin kurulmamasi