Türk milliyetçiliği ve milletleşme serüvenimiz (I)
Türk milliyetçiliği dünya görüşünü maalesef siyasiler vasıtasıyla soslayarak siyasetin malzemesine dönüştürdük. Türk milliyetçiliği dünya görüşünün ontolojik, epistemolojik ve etik yönleri üzerinde nedense kimse durmuyor? Önem verdikleri tek konu, Türk milliyetçiliği hassasiyetini kendi ikballerine nasıl meze edecekleri kaygısıdır. Bu konularda at izi ile it izinin birbirine karıştığı bir dönemin cehaletlerini, gafletlerini ve hatta ihanetlerini yaşıyoruz.
Türk milliyetçiliği bazen tetikçiliğin, bazen soyut beka hikayelerinin, bazen de komitacılığın vahşice uygulamalarının kurbanı edilmektedir. Türk milliyetçiliğinin toplumda karşılığı % 30’ların çok üzerinde olmasına rağmen bir türlü iktidara gelememesinin sosyolojik nedenleri üzerinde çok iyi analizlere ihtiyaç vardır.
Kimileri Türk milliyetçiliğini, iktidara gelmenin bir dolgu malzemesi olarak kullanırken kimileri egemenlerin koltuk değneği olma görevinden hareketle soyut beka kavramıyla Türk milliyetçiliğini sulandırmaktadır. Bütün bu entrikalara rağmen kadim Türk milleti; tarihin kendisine yüklediği misyonu bazen gafiller, bazen de başka unsurlar eliyle de gerçekleştirmektedir.
Son Karabağ savaşında aidiyetsizler bile Türklük potasında kendini buldular. Zira tarihi serüvenimizin önüne yapay bariyerler de yetmiyor.
Türk milliyetçiliği fikri Türk’ün tarih sahnesinden çıkışıyla birlikte hep var ola gelmiştir.
Orhun abideleri, Türk adının geçtiği ilk yazıttır:
“Kağan bilge imiş, cesur imiş; buyrukları bilge imiş, cesur imiş. Beyleri de kavmi de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töreye göre tanzim etmişler. Sonra kardeşler, oğullar kağan olmuş, küçük kardeş büyük kardeş gibi olmadığı, oğul babası gibi olmadığı için, bilgisiz kağanlar tahta oturmuşlar. Buyrukları da bilgisiz, fena imiş… Türk beyler, Türk adını atmışlar, Çin beylerinin adını almışlar. Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini güçlerini ona vermişler.”
Bu metnin ilk defa bir millet şuurundan, töresinden bahsetmesi gelecekte Türk milliyetçiliğinin milletleşme şuurunun adeta besin kaynağı hüviyetini kazanmasını sağlamıştır. Milliyetçilik şuuru, Türk milletinin dara düştüğü dönemlerde hatırlanmıştır.
Her dönemi, kendi kültür çevresi ve dünyayı algılama anlayışıyla birlikte değerlendirmek gerekir. Tarım toplumunun cihan hakimiyeti anlayışı; ilgili dönemlerde egemenliğin kaynağı noktasında farklı yapıların hakimiyetleriyle devam etmiştir. Bazen boyların egemenliği, bazen dini referanslı savaşlar, bazen de sınıf mücadelesi şeklinde cereyan eden hadiseler milli şuurun gelişmesinin önünde en büyük engel olarak kalmıştır.
Tarihi süreçte; din savaşları ve sınıf savaşları miadını doldurdu. Bugün ne haçlı savaşlarından, ne de Marksist mücadeleden bahsediyoruz. Evet, her iki akımda bugün değerini kaybederek tarihi olaylar olarak kitapların sayfalarında hüzünlü hatıralarıyla kaldı. Tarihin milletler mücadelesinden ibaret olduğu hakikatiyle tekrar yüzleşmek zorunda kaldık.
Gelelim milliyetçiliğe. Milliyetçilik hareketlerinin doğuşu ve bütün dünyaya yayılması Kıta Avrupa’sıyla ve özellikle Fransız ihtilaliyle başlar. Fransız ihtilali ile ilk defa egemenliğin kaynağı yeryüzüne iniyor. Aracısız hale geliyor.
Milliyetçilik hareketleri aynı zamanda İmparatorlukların da son bulmasına sebep oldu. Bugün hala bazı kırıntıları devam ediyor olsa da çatırdamalar devam ediyor.
Kıta Avrupa’sında başlayan milliyetçilik hareketleri şüphesiz en büyük darbeyi bir imparatorluk olan Osmanlı’yı derinden sarsarak yıkılmasına neden oldu. Aynı milliyetçilik hareketi düşmanın Polatlı’ya dayanmasıyla Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip eden ve dünyanın konumlandığı bu yeni süreci iyi okuyan Atatürk ve arkadaşları, Osmanlı enkazı üzerinde modern Türkiye’yi inşa ettiler. Türk milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti ile kuvveden fiile çıkmış oldu.