Türkiye Devletinin Hükümet Şekli; Cumhuriyet’tir…
23 Nisan 1920’de, TBMM’nin açılışı neticesinde “Milli Egemenliğe” dayalı yeni bir “Ulus Devleti” kuruldu. 1 Kasım 1922 tarihinde, Saltanatın kaldırılması ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu da tarihe karıştı. Padişah Vahdettin, İngiliz zırhlısı ile İstanbul’dan, Malta’ya kaçtı…
Tüm bu oluşumlardan sonra sıra, yeni devletin yönetim şekline geldi.
Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 tarihinde arkadaşlarını toplayarak kendi fikrini söyledi ve yakın çalışma arkadaşı İsmet İnönü ile birlikte devletin niteliğinin Cumhuriyet olması gerektiği görüşü üzerine hemfikir oldular.
29 Ekim 1923 günü, milletvekilleri ile görüşmesinin ardından hazırlanan ‘’Cumhuriyet’’ önergesi taslağı, TBMM’ne verildi. “Türkiye Devletinin Hükümet şekli; Cumhuriyet’tir.” hükmünün yer aldığı tasarı üzerinde, TBMM’de yapılan konuşmalardan sonra Cumhuriyetin ilanı oybirliğiyle kabul edildi.
O, çok özel anları Dr. Bilal N. Şimşir şöyle açıklamaktadır; ‘’29 Ekim 1923 akşamı saat 20.30’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hazır bulunan 158 milletvekilinin oy birliği ve ‘Yaşasın Cumhuriyet!’ alkışlarıyla Cumhuriyet ilan edildi. Hemen sonra Meclis, Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçti. Cumhuriyetin ilanı ve ilk Cumhurbaşkanının seçilmesi kamuoyuna 101 pare top atışıyla, yabancı ülkelere de notalarla resmen duyuruldu.’’ (Dr. Bilal N. Şimşir – Atatürk Dönemi İncelemeler – Atatürk Araştırma Merkezi)
“Türkiye Cumhuriyeti; mesut, başarılı ve muzaffer olacaktır” sözü, yüce Meclisin duvarlarında çınladı.
TBMM, tarafından 3 Mart 1924 tarihinde halifelik makamının kaldırılması ile, devletin laikleştirilmesi yolunda yapılmış çok önemli bir devrimdir. Bu süreç sonucu güzel ülkem; ‘’dünyanın bağımsız ve çağdaş tek müslüman devleti’’ olarak önemini halen korumaktadır.
Turgut Özakman’ın, ‘’Türk Mucizesi’’ adlı kitabında, hoşuma giden ve de günümüz yönetim sistemini çağrıştıran bir olayı/anıyı yazıma aldım;
Öğleden sonra kar beyaz sarıklı, aksakallı, cüppeli, mest lastikli bir milletvekili M. Kemal Paşa’yı direksiyon binasında ziyarete geldi. Bugün Meclis tatildi. Paşa güncel, basit, sıradan tartışmalara hiç katılmayan bu olgun din adamını severdi. Hiç bekletmeden kabul etti. Saygıyla karşıladı, yer gösterdi.
Oturdular. Karşılıklı hal hatır sordular. Hoca konuya girdi:
“Güzel Paşam, sen bu millete Allah’ın bir lütfusun. Bugüne kadar sen beni hoş tuttun, ben de seni başımız bildim. Bu güvene dayanarak sana bir teklifte bulunmaya geldim.”
M.Kemal Paşa merakla, “Buyrun” dedi.
‘’Anladığıma göre padişahlık gidiyor. Belki bir gün hilafet de tarihe karışacak.”
Paşa gülümsemekle yetindi.
“..Yüzlerce yıllık düzen değişecek, içerden dışardan, bilir bilmez, birçok düşman kazanacaksın. Hayatın hep tehlikede olacak. Bunları halkın iyiliği için yapıyorsun ama bakalım halk kadrini bilecek mi? Gel bu işten vazgeç. Kurban olduğum Allah, sana yürü ya kulum demiş. Saltanatı da, hilafeti de üzerine al. Bugünkü kudretine, şanına, bunların kuvvet ve şerefini de ekle. Tahtınla, devletinle, sarayınla, hareminle, hazinenle, keyfince yaşa…’’
Hoca derin bir soluk alarak sözünü tamamladı:
‘’..Benim teklifim bu. Artık ötesini sen bilirsin.”
M.Kemal Paşa duygulanmıştı. Öne doğru eğildi:
“Dediğiniz doğrudur. Bazı insanlar bilir bilmez bana düşman kesilecek. Belki de hayatım sürekli tehlikede olacak..”
“Evet, evet!”
“Ama sevgili Hocam, milletin önüne düşen bir adam artık kendini, keyfini, cebini, çıkarını, rahatını, ailesini, geleceğini değil, milletin ihtiyaçlarını, zamanın gereklerini temsil eder. Bu yüzden tasvir ettiğiniz hayat, hoşuma gitse bile kabul edemem, millet yolundan geri dönemem. Artık millet de buna izin vermez..”
Uzanıp sevgi ile Hocanın elini tuttu:
“…Ben bu görevi her türlü tehlikeyi göze alarak üstlenmiştim. Benim için hayır dua ediniz.”
Hocanın gözleri doldu.
Karşısında rahatı, güveni, saltanatı, zevki, keyfi değil, halkının yararı için zoru seçen, öldürülmeyi, iftiralara ve haksızlıklara uğramayı göze almış bir insan, adam gibi bir adam vardı.
Saygıyla kucakladı. (Turgut Özakman – Türk Mucizesi – Bilgi Yayınevi)
Mustafa Kemal Atatürk’ümüz, Cumhuriyetin ilanından 36 gün sonra; ‘’Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış da değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmaya hazırız.’’ sözü, cumhuriyete sahip çıkmanın zorluklarını göz önüne sermektedir.
“Cumhuriyet, ahlâkî fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık, korkuya ve tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil ve rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 231) söylemi Cumhuriyet rejiminin önemini ne kadar güzel anlatmaktadır…
Cumhuriyet, egemenliğin kaynağının sadece millete ait olduğudur. Bütün vatandaşları yasa önünde eşit, belli bir kişiye, gruba, sınıfa ve zümreye ayrıcalık tanımaması, onların devlet yönetimine eşit olarak katılımının sağlanmasıdır.
Cumhuriyet kazanımları, Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaşlığı, ‘’aklı ve bilimi’’ ön plana çıkarması ile korunacaktır.
Cumhuriyetimizin ilanının 98. Yıldönümünde, Büyük Önderimiz Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi saygı ve rahmetle anıyoruz.
Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun… Gurur ve onur duyarak kutlayalım…
Sağlık, sevgi ve hoşgörü ile kalınız…