Yoğurt, Pekmez ve Distopyan Köyün Ağaları
O küçücük köyün birden fazla ağası, bir de her bin yılda bir gelip önce köyün ağalarını kâhyalarıyla birlikte hizaya sokan, sonra da köye dirlik düzen getiren ve böylece bütün köylü tarafından saygı duyulan bir kahramanı vardı.
Tabi, herkes gibi kahramanlar da ölümlüdür.
Köyün kahramanı, binlerce yılın birikimi olan bir mülkü ve bir töreyi miras bırakmıştı mensubu bulunduğu aileye. Ailenin köydeki varlığının yeri ve önemi ile köklü bir gelenekten gelen saygınlığı, hemen her gün bir ağa giderken bir diğer ağanın aileye konuk olmasını zorunlu kılıyordu sanki.
Ancak günün birinde bir kaza sonucu ortaya çıkan ve ne zaman ne yapacağı ve ne diyeceği pek kestirilemeyen bir çocuğun, bu kadim mirasla ilgili tek söz sahibi olması gerektiği gibi bir hal doğdu. Lakin çocuğa tanınan bu hak, kısa sürede onu onulmaz bir şımarıklığa sürükledi.
Aile ile ilişkileri olan bazı ağalar, kısa bir zaman içinde, kendisine verilen kıymetin çocuğun kibrini tavana çıkardığını gördüler. Huysuzlanarak, gemi azıya alıp ağlaması, sızlaması üzerine ona teskinde bulundular. Aslında ele avuca sığmayacak şekilde cıyaklamasının geçerli ya da haklı hiçbir sebebi yoktu ama yine de gönlünü almak için ağalar, “Ne istersen veririz” dediler çocuğa.
“Yoğurt istiyorum” dedi çocuk. Canı yoğurt istediğinden değil tabi; niyeti dediğini yaptırmak ya! Yoğurt gelince de “Hayır, pekmez istiyorum” dedi, pekmez de geldi. “Pekmezi yoğurda katın” dedi. Pekmezi yoğurdun üstüne boca ettiler. Bu kez “Pekmezi yoğurttan ayırın” demez mi?
Gerçek kendini ele vermişti: Köyün ağaları paşaları akıl hocalarıyla birlikte istediğini yaptıran bu velet üzerinden, köyde her konuda bir ağırlığı ve saygınlığı olan bu köklü aileyi çeşitli katakullilerle güçsüz, yoksul, yalnız, itibarsız ve umarsız bırakabileceklerini anlamışlardı.
Dünya dediğin de küçük bir köy.
Tek adam rejimine geçilmesiyle birlikte; Sn. Cumhurbaşkanının, Türkiye’nin bölge ve dünya ile ilgili sorunlarını, şahsi meseleleriymiş gibi kayıt altına almadan, kapalı kapılar ardında, başka ülke liderleriyle baş başa görüşmesi gibi devlet adabıyla uyuşmayan bir sürece girildi. İktidarını korumak amacıyla iç politikaya malzeme yaptığı dışarıdaki beklentilerini bu görüşmelerin odağına koyunca da dünyanın ağababaları arasında sektirilen bir pinpon topuna döndü.
Uluslararası ilişkilerde bundan sonra Türkiye açısından büyük risk oluşturan konu, Cumhurbaşkanının Soçi Mutabakatı ile Rusya’ya verdiği, “İdlip’teki terör örgütlerinin radikal ve ılımlı olanlarını birbirinden ayırma taahhüdünün” doğuracağı tehlikeli sonuçlardır.
Yalnız Sn. Cumhurbaşkanının, içerideki ayrıştırmalarda gösterdiği başarıyı İdlip’teki terör örgütlerinde göstermesi çok da mümkün olmayabilir. Çünkü beyinleri yıkanmış, her türlü insani değerlerden arındırılmış, salt öldürmeye odaklanmış o güruhlar kendi ağalarının nam-ı hesabına oradalar. Bunlar, kendi kaderleri üzerinde kendine rol biçen Erdoğan’ı değil, her halükarda kaderlerini ellerinde tutan kendi ağalarını dinleyeceklerdir.
Dolayısıyla İdlip’teki teröristler arasında ılımlı-radikal diye bir ayrıştırmanın yapılabilmesi tümüyle imkansız görünüyor. Tıpkı yoğurt ile pekmezin birbirinden ayrıştırılamayacağı gibi! Böylece distopyan köyün ağaları, başka bir zaman yine buralarda veya başka bir yerde kendilerine ihtiyaç duyulana kadar, Suriye’de kullandıkları vekalet sürülerini birbirine katıp başı boş bıraktılar.
Hükümet olmalarının hemen ertesinde BOP eş başkanlığına getirilmekle öğünen fakat bugün ağaları tarafından içeride ve dışarıda sıkıştırılıp umarsız bırakılan öngörüsüz iktidarsa ağalarına yaranmak için İdlip’teki bu tedhişçi sürülerini tasnif etme görevini yüklenmek gibi bir gafletin içine düşmüştür.
Bu da Türkiye’nin, hiç hak etmediği halde karşı karşıya getirildiği yeni ve türlü belalara gebe bir başka acı gerçeği..!